22 Ekim 2013 Salı

12 Ekim - 18 Ekim 6 gün altı ülke

Didem'in bir yerlere gitme isteği ve benim yıl sonunda geçerliliğini yitirecek millerimin baskısı altında bir seyahate çıkmaya karar verdik. Kabaca rotamız uçakla Saraybosna, oradan araba kiralayarak Karadağ, Arnavutluk,Makedonya,Kosova,Sırbistan ve Saraybosna. Bayramdan önceki son hafta idi ve gidebileceğimiz vize istemeyen bir ülke olmalıydı. Fas, Tunus ve Bosna Hersek arasında bir seçim yapabiliyorduk ve güvenlik risklerini düşünerek Saraybosna'da karar kıldık. Didem'in uçak biletini misafir yolcu statüsünden 13000 mil ve 100 lira para karşılığında aldık, benim biletim için Wings Card'ın millerini kullandık 59000 mil puan.
Uçuşumuz sabah 08:50 Atatürk Havalimanı üzerinden olacak, sabah saat 07:00 civarında havalimanında olduk ancak o ne? Check in için bir kuyruk var akıllara zarar, biz elektronik check-in yaptırmıştık ancak 1 adet bavulumuz var, sırayı beklersek uçağı kaçıracağımız kesin görünüyor. Neyse yetkili birileri ile görüşüp rica ettim, bavulu verdik hemen pasaporta koştuk ve yeni bir şok. Tabiri caizse pasaportta kuyruğun dibi yok! Bayramda herkes İstanbul'u terk ediyor. Neyse orada da bir yol bulup pasaport kontrolden de geçtik, koştur koştur kapıya vardık. Kontroller yapıldı ve uçağa alındık. Oturuyoruz 30 dakika kadar oldu kaptan bir anons yaptı, Saraybosna havaalanın'daki kötü hava koşulları nedeni ile kalkışımızı gerçekleştiremiyoruz yarım saat sonra yeni durum bilgisi alacağız. Herneyse yarım saatin üzerinden bir yarım saat daha geçti bir gelişme yok! Bu arada yolculardan birisi fenalaştı, doktor yok mu filan bir doktor çıktı biraz o konu ile oyalandık. Sonrasında şu an için uçamayacağız sizi tekrar salona alacağız dediler. Salona döndük insanlarda homurdanmanın bini bir para, kimisi diyor ki önemli birisi gecikti onu bekliyoruz, bir kısım uçak bozuldu motoru açtılar diyor, her kafadan bir ses, THY yetkililerine bağıran çağıran mı ararsın, size tazminat davası açacam diyenleri  mi:)

Neyse saat 11:30 itibarı ile İstanbul'dan yola çıkabildik ve Saraybosna'da sislerin içine indik. Oranın saati ile 12:30 gibiydi, planladığımız gibi bir araba kiralamak için harekete geçtik ve şirketlerden fiyatlarını aldık ancak hepsi internet fiyatlarından pahalı, ben bir kaç ülke gezeceğimiz için sorun çıkmasın diye düşünerek internet'ten rezervasyon yaptırmadım. Neyse City Car Rental adındaki lokal firma bize günlüğü €40 fiyatla Opel Astra 1,6 2013 model benzinli bir araç ve navigasyon için de günlük €5  teklif etti. Makul bulduk aracı inceledik uzun bir süre Maida adındaki görevli kız aracın her noktasındaki kırığı çiziği not aldı filan, aracı aldık yola çıktık. Rezervasyon yaptırdığım Grand Otele ulaştık, 4 yıldızlı büyük bir otel oda kahvaltı 2 kişi €48 fiyatla konakladık ve açıkcası çok memnun kaldık. Günün akşamına kadar sokaklarda gezip otele döndük ve resepsiyondaki arkadaştan bize lokal bir restaurant önermesini rica ettik. Önerdiği yer gerçekten çok şıktı, atmosferden çok memnun kaldık yemek olarak soğan dolması sipariş ettim, Didem için ise tepsi böreği gibi
bir şey sipariş ettik. Yemekler iyiydi, bizden çok farklı değil. Bu arada ben arabayı kullanırken pek memnun kalmadım, ruhsata baktığımda aracın 2010 model olduğunu gördüm, ayrıca direksiyon simidindeki muamele bana airbag sökülmüş izlenimi verdi. Havalimanına gidip bağırdım çağırdım, aracı yarın öğlen geri alabiliriz dediler.
 Saraybosna'dan bir kaç kare..



19 Ekim saat 12:00 havalimanına tekrar gittik, bizden özür dilediler aynı fiyata 2013 gıcır gıcır dizel 1,6 bir Skoda Octavia gibi bir araç verdiler. Neyse aracı aldık ve düştük Mostar yollarına. Bu coğrafyada nesafeler yakın ancak seyahat süreleri uzun :) birazı hız limitlerindense daha çoğu yol koşullarından kaynaklanıyor. Yol üzerinde inanılmaz güzel renkler ve manzaralar eşliğinde Mostar'a vardık. Mostar küçük bir yer köprünün bulunduğu eski şehir denilen alanı gezdik bir kaç fotoğraf aldık ve daha fazla durmamızın manası olmadığını düşünüp hava kararmadan vurduk yollara. Yine müthiş manzara eşliğinde Karadağ'a vardık. Başkent Podgorica'da çok şık bir alışveriş merkezindeki çok şık bir restaurant'ta akşam yemeğimizi yedik. Karadağ Saraybosna'ya kıyasla insanların çok varlıklı olduğu bir yer. Her yer şıkır şıkır, oysa Saraybosna'da bir çok evde uçaksavar mermilerinin izleri duruyor. Bosna'da ki insanlar yaşadıklarını unutamamışlar. Yola revan olduk ver elini Tiran, çok berbat yollardan geçerek saat 02:30 gece yarısı Tiran'a girdik ama çevreye bakıyoruz sanki bir şehir merkezine gelememişiz. Şehrin bizim bulunduğumuz yerleri berbat durumda, rezervasyon yaptırdığımız oteli bulamıyoruz ve ortalıkda haydut kılıklı gençler ve her 50 metrede casino dolu. Biraz tırsıdık, ne yapsak filan düşünürken aklımıza Sheraton Hotel'e gitmek geldi, oraya gittiğimizde biraz daha modern bir yerlere ulaşmış olduk :) Tabii Sheraton'da kalmayı düşünmediğimizden başladık yakın yerlerdeki otelleri taramaya. Holiday Inn'e gittik gecelik €90 istiyor ki gecenin 03:00 ü itibarı ile verilecek para değil. Bir otel daha bulduk €80 istiyor, tam ümidi yitirmiştik yolun karşısında bir otel daha gördük. Zile bastık içeri girdik kahvaltı dahil €30 dediler, odalara baktık pırıl pırıl. Süper hemen yattık, sabah saat 08 yan taraftaki odadan birileri Türk'çe  anırıyor, haliyle uyandık. Kahvaltı yapıp şöyle kısa bir şehir merkezi turu (15 dakika kadar) yaparak yola koyulduk.
Hedefimiz Ohrid Makedonya, güzel bir yolculuk sonrası Ohrid'e vardık, gerçekten bir inci, çok güzel bir şehir. Göl kenarında bir meydana parkettik, otoparkçı çocuk hemen bize otel önerdi, otopark ücreti ne kadar dediğimde "Maybe 1, maybe 2 euro"  dedi :) bende çıkardım €1 verdim, gösterdiği otele doğru yöneldik bu esnada orada bulunan bir çift bizim de Türk olduğumuzu görünce muhabbete giriştiler, muhabbet koyulaştı birlikte gezilecek yerleri gezdik, otel konusunu da birlikte hallettik. Sonrasında meşhur Ohrid gölü alabalığını tatmak üzere sahildeki bir restaurant'a oturduk. Alabalığın kilosu €22 ve bir özelliği yoktu, yedik kişi başı €20 ödedik. Bence kazıktı. O gece konakladığımız otel bayağı güzeldi ve gecelik €60 ödedik.










Ertesi gün sabah kahvaltısı sonrasında Üsküp'e doğru yola çıktık, yol üzerinde Bitola ( Manastır ) şehrine uğrayıp atamızın okuduğu askeri liseyi ( aynı zamanda Atatürk müzesi ) ziyaret ettik. Bitola çok güzel bir yerleşim, eski ve yeni iç içe, Yunanistan'a yakın olmasından olsa gerek biraz yoğun Yunan etkisi hissediliyor.
Akşam hava henüz kararmakta iken Üsküp'e girdik, rezervasyon yaptırdığımız oteli navigasyondan bulamayınca arabamızı bir otoparka bırakıp Ramstore alışveriş merkezine yollandık. İstanbul Restaurant adında bir lokantada açlık sorunumuzu hallettik ve biz otelle ilgili konuşuyorken restaurant sahibi güzel bir otel olduğunu ve merkeze ancak 5 km kadar mesafede olduğunu söyledi, taksi ile €3 tutar dedi, gerçekten de öyle. Otel Orka Grup şirketinin işletmesinde yani bildiğimiz Damat&Tween. Budapeşte odasını bize €60 karşılığı tahsis ettiler :) Otelde oda numaraları yok, onun yerine her odaya bir başkentin ismini vermişler.


Üsküp'te Türk mahallesinde yani tarihi köprünün kale tarafında gezilecek yerleri şöyle bir gezdik ve meşhur güveçte kurufasulyesinden ve köftesinden yedik. Güveçte kuruyu tavsiye etmem ama köfte güzeldi :) Aynı günün akşamında otel resepsiyonundaki çocuğun önerdiği lokal müzik yapılan Nostalgia restaurant'ta akşam yemeğine gittik. Çok güzel bir mekan, garson aşırı ilgiliydi, müzisyenler Türk asıllı, bir kaç Türkçe şarkı söylediler, bizde sandık ki bizim için söyleniyor, coşkuyla eşlik ediyoruz tabii, bu arada kemancı yanımıza geldi,
. Türkmüsünüz?
- Evet
.Türkiye'den mi geldiniz?
- Evet, İstanbul'dan geldik
. Aşkolsun! o kadar sevindi ki mutluluğunu böyle dile getirdi.
. Şurdaki masadakiler de Türk, Türkiye'den geldiler.
- Tanımıyoruz
. Olur mu çok meşhur kadın, Ali kaptan vardı küçük çocuk vardı dizide burada oynadı, bildiniz mi?

Didem evet Wilma Elles deyince kemancı sevindi, güzel bir akşam oldu saat 23:00 gibi otele döndük. Yemekler süperdi herkese öneririm.

Sabah 08:30 da yola çıktık, yaklaşık 1 saat kadar sonra Kosava'ya girdik, amacımız oradan Sırbistan'a geçmek. Kosava'ya bir girdik aklımızı kaçıracaz, bir savaş atmosferi var gibi, her yer berbat durumda, yollar çok kötü, her yer birleşmiş milletler ve anlayamadığımız diğer askerlerle dolu. Polis jipleri, tuhaf yola sığmayan amerikan savaş jipleri, sanki bir korku filmi. Hiç durmadan Priştine üzerinden devamla Sırbistan sınır kapısına geldik. Yolda gelirken bazı barikatlardan geçtik! Neyse sınırda pasaportu ve araç belgelerini verdik. Bekleyin ileriye çekip dediler, normalde kaşeyi basıp gönderiyorlar. Hayırdır filan derken yanımıza bir Sırp görevli geldi, buradan geçemezsiniz gibi bir şeyler anlatıyor kendi dilinde, neden geçemeyeceğimizi soruyorum ingilizce türkçe, neyse sonrasında anladık ki biz girişi Kosova'dan yaptığımız için ve Sırbistan'da Kosova'yı tanımadığından bizi o sınır kapısından almıyorlar. Gümrükçü bize iyice yolları tarif etti ve önce Karadağ'a gidip oradan Sırbistan'a girmemiz gerektiğini açıkladı :) Neyse saat 15:30 itibarı ile düştük tekrar yollara, giderken bir polis çevirmesine girdik adamlar bize nefretle bakıyor, pasaportu görünce hiç bir şey söyleyemiyorlar! Meğer biz Bosna plakalı bir araçla gezdiğimiz için sevimsiz bir duruma düşmüşüz oralarda. İyi ki bizi birinci sınır kapısından çevirmişler , yoksa aydınlıkta Sırbistan'ı geçmek zorunda kalacaktık ve belki aracımızı taşlayacaklar kim bilir! Bu arada Didem telefonumuza gelen 0312'li numaradan Dış İşleri Bakanlığı'nı aradı, oradaki çalışanlara durumu aktardı, bu konuda bişey bilmediklerini Kosova'daki Büyükelçiliği aramamız gerektiğini söylediler. Didem Büyükelçilikle görüştü ancak bize faydalı olabilecek hiç bir şey söyleyemediler! Sırp sınır görevlisinin verdiği bilgiler bizim için daha faydalı oldu. Ayrıca araç plakamızı sordular, Didem'de aracın Bosna plakalı olduğunu söyledi, bu konuda da hiç bir yorum yapmadılar!
Neyse ilerleyen saatlerde Sırp sınır görevlisinin verdiği rotayı takip ederek Pec üzerinden Karadağ'ın Rozaj sınır kapısına vardık. Ama ne varmak, aşağıda 22 derece olan sıcaklık yukarıda 1,5 dereceye düştü ve kar yağışı başladı :) Böylece mevsimin ilk karını Karadağ'da görmek kısmet oldu. Karadağ'da saat 19:00 civarı artık açlık ve yorgunluktan pes eden bedenleri biraz dinlendirmek ve bir şeyler yemek üzere durduk.
Çok güzel bir akşam yemeği ziyafeti sonrasında tekrar düştük yollara. Sonuçta Sırbistan sınır kapısına vadık, pasaportu ve ruhsatı sınır görevlisine uzattım.
- Sırpça bir şeyler söylüyor
. İngilizce bir şey anlamadığımı söyledim.
-İngilizce Türk'müsünüz?
.Evet
-Türkiye'den mi geldiniz?
.Evet
-Nereye gidiyorsunuz?
.Saraybosna'ya ve oradan İstanbul'a döneceğiz.
-Didem kim?
*Benim
-Sırbistan'a ilk kez mi geliyorsunuz?
*Evet
-Ne iş yapıyorsun?
.Ekonomistim
- Türkler genelde İngilizce konuşmak istemiyorlar
.Bilmiyorlardır, bilseler konuşurlar
-Yok konuşmuyorlar
.Fransızlar için derler İngilizce konuşmuyorlar diye
-İyi yolculuklar

Bir hışımla Sırbistan topraklarını geçtik ve şaşkın bakışlar altında Bosna gümrüğüne vardık. İşlemlerimiz yapıldı ve yaklaşık 10 km kadar gittik Good Bye Serbia şeklinde bir tabela! Anlayabilmek mümkün değil, sonra bir polis çevirmesi daha, şaşılacak bir şey varsa pasaportu görenlerin yelkenleri suya iniyor :)
Hayatımda geçmediğim kadar tünel geçerek gece saat 22:00 civarlarında Saraybosna Grand Hotel'de yatağımızdaydık. Nasıl uyuduk bilemiyoruz, uyandık koştur koştur havalimanı, rent a car'cı Maide dedi ki uçağınızın 2 saat rötarı var, aceleye gerek yok. Olmasa şaşardım :)
Saat 08:50 uçağımız 11:30 itibarı ile kalktı ve öğleden sonra İstanbul'a indik. Dileğim ülkemizde birlik ve beraberlik ve huzur ortamı dünya son bulana kadar daim kalsın.