17 Aralık 2013 Salı

Muhteşem Gatsby

The Great Gatsby filmin orijinal adı, başrollerde Leonardo Di Caprio oynuyor, şu bir gerçek bazı oyuncuların ve bazı yönetmenlerin kötü filmi yok..Örneğin Tom Hanks'de benim için bu aktörlerden birisi, yönetmenler ise Francis Ford Coppola, Stanley Kubric, Steven Spielberg, sinemaya şahaserler kazandırmış büyük yönetmen Quentin Tarantino sayılabilir. Bu filmde anlatılan hikayeden çok beni etkileyen 1921 yılındaki Amerika ve ülkemizin o gün içinde bulunduğu koşullar. Bu filmle aramızda kaç yıllık bir gelişme farkı olduğu konusunda bir fikir sahibi olabilir ve hamasi fikirlerinizi (eğer varsa) yeniden gözden geçirebilirsiniz..

15 Aralık 2013 Pazar

Benim Adım Khan

Son zamanlarda izlediğim en güzel filmlerden bir tanesi, orijinal adı My Name is Khan, 2010 yılında vizyona girmiş başrollerini Shahrukh Khan ve Kajol tarafından paylaşılıyor. Mutlaka izlenilmesi gereken bir film ancak bir kötü yönü sizi sarsması ve çok ağlatması olacaktır.

14 Aralık 2013 Cumartesi

Yeni izlediğim filmler

Kaptan Philips - Tom Hanks başrollerde, güzel bir film ama çok da güzel değil. İzlerken sıkılmazsınız ama sinemada izlenilecek film değil. Tipik bir amerika propogandası.
Tamam mıyız? Çağan Irmak filmi. İstinye Park Cinemaximum'da izledim. Seyirciyi ağlatabilmek için çok kasmış. Oyunculardan gay karakterini oynayan çocuğun performansını beğendim. Başarılı bir hikaye yok, karakterler oturmamış. Sinemada izlenmeye değer bulmadım.
Açlık Oyunları - The Hunger Games İstinye Park Cinemaximum'da izledim. Pek başarılı olduğunu söyleyemem. Sıkıcı da değil ama sinemada izlenmeye değmez.


11 Aralık 2013 Çarşamba

Kar

Bugün uzun zamandır beklenilen kar yağdı. Sabah site içerisinde yerde 10 cm civarında bir karla karşılaştım, 4 adet kar lastiğini pazar günü Bridgestone bayisinde takdırdığım için problemsiz bir şekilde yola çıktım. Otoyol her zaman  olduğu gibi kalabalıktı dura kalka 2 saatlik bir yolculukla 10:30 gibi ofise varabildim. Bir ara kar yağışının doluya dönmesi ile sıkıntılı bir sürüş yaşadıysam da genel olarak başarılıydı. Şunu söyleyebilirim, kar lastiği güzel bir şeymiş :)

10 Aralık 2013 Salı

10 Aralık Dünya insan hakları gününüz kutlu olsun!

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu'nun Haziran 1948'de hazırladığı ve birkaç değişiklik yapıldıktan sonra 10 Aralık 1948'de, BM Genel Kurulu'nun Paris'te yapılan oturumunda kabul edilen 30 maddelik bildiridir.

Bildirinin imzalandığı 10 Aralık, Dünya İnsan Hakları Günü olarak kutlanır.

Önsöz

İnsanlık ailesinin bütün üyelerinde bulunan haysiyetin ve bunların eşit ve devir kabul etmez haklarının tanınması hususunun, hürriyetin, adaletin ve dünya barışının temeli olmasına,
İnsan haklarının tanınmaması ve hor görülmesinin insanlık vicdanını isyana sevkeden vahşiliklere sebep olmuş bulunmasına, dehşetten ve yoksulluktan kurtulmuş insanların, içinde söz ve inanma hürriyetlerine sahip olacakları bir dünyanın kurulması en yüksek amaçları oralak ilan edilmiş bulunmasına,
İnsanin zulüm ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya mecbur kalmaması için insan haklarının bir hukuk rejimi ile korunmasının esaslı bir zaruret olmasına,
Uluslararasında dostça ilişkiler geliştirilmesini teşvik etmenin esaslı bir zaruret olmasına,
Birleşmiş Milletler halklarının, Antlaşmada, insanın ana haklarına, insan şahsının haysiyet ve değerine, erkek ve kadınların eşitliğine olan imanlarını bir kere daha ilan etmiş olmalarına ve sosyal ilerlemeyi kolaylaştırmaya, daha geniş bir hürriyet içerisinde daha iyi hayat şartları kurmaya karar verdiklerini beyan etmiş bulunmalarına,
Üye devletlerin, Birleşmiş Milletler Teşkilatı ile işbirliği ederek insan haklarına ve ana hürriyetlerine bütün dünyada gerçekten saygı gösterilmesinin teminini taahhüt etmiş olmalarına,
Bu haklar ve hürriyetlerin herkesçe aynı şekilde anlaşılmasının yukarıdaki taahhüdün yerine getirilmesi için son derece önemli bulunmasına göre,
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu,
İnsanlık topluluğunun bütün fertleriyle uzuvlarının bu beyannameyi daima gözönünde tutarak öğretim ve eğitim yoluyla bu haklar ve hürriyetlere saygıyı geliştirmeye, gittikçe artan milli ve milletlerarası tedbirlerle gerek bizzat üye devletler ahalisi gerekse bu devletlerin idaresi altındaki ülkeler ahalisi arasında bu hakların dünyaca fiilen tanınmasını ve tatbik edilmesini sağlamaya gayret etmeleri amacıyla bütün halklar ve milletler için ulaşılacak ortak ideal olarak işbu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni ilan eder.

Madde 1

Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidirler.

Madde 2

Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer herhangi bir akide, milli veya içtimai menşe, servet, doğuş veya herhangi diğer bir fark gözetilmeksizin işbu Beyanname’de ilan olunan tekmil haklardan ve bütün hürriyetlerden istifade edebilir.
Bundan başka, bağımsız memleket uyruğu olsun, vesayet altında bulunan, gayri muhtar veya sair bir egemenlik kayıtlamasına tabi ülke uyruğu olsun, bir şahıs hakkında, uyruğu bulunduğu memleket veya ülkenin siyasi, hukuki veya milletlerarası statüsü bakımından hiçbir ayrılık gözetilmeyecektir.

Madde 3

Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti her ferdin hakkıdır.
Madde 4
Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz; kölelik ve köle ticareti her türlü şekliyle yasaktır.

Madde 5

Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayriinsani, haysiyet kırıcı cezalara veya muamelelere tabi tutulamaz.

Madde 6

Herkes her nerede olursa olsun hukuk kişiliğinin tanınması hakkını haizdir.

Madde 7

Kanun önünde herkes eşittir ve farksız olarak kanunun eşit korumasından istifade hakkını haizdir. Herkesin işbu Beyanname’ye aykırı her türlü ayırdedici mualeleye karşı ve böyle bir ayırdedici muamele için yapılacak her türlü kışkırtmaya karşı eşit korunma hakkı vardır.

Madde 8

Her şahsın kendine anayasa veya kanun ile tanınan ana haklara aykırı muamelelere karşı fiilli netice verecek şekilde milli mahkemelere müracaat hakkı vardır.

Madde 9

Hiç kimse keyfi olarak tutuklanamaz, alıkonulanamaz veya sürülemez.

Madde 10

Herkes, haklarının, vecibelerinin veya kendisine karşı cezai mahiyette herhangi bir isnadın tespitinde, tam bir eşitlikle, davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından adil bir şekilde ve açık olarak görülmesi hakkına sahiptir.

Madde 11

  1. Bir suç işlemekten sanık herkes, savunması için kendisine gerekli bütün tertibatın sağlanmış bulunduğu açık bir yargılama ile kanunen suçlu olduğu tespit edilmedikçe masum sayılır.
  2. Hiç kimse işlendikleri sırada milli veya milletlerarası hukuka göre suç teşkil etmeyen fiillerden veya ihmallerden ötürü mahkum edilemez. Bunun gibi, suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha şiddetli bir ceza verilemez.

Madde 12

Hiç kimse özel hayatı, ailesi, meskeni veya yazışması hususlarında keyfi karışmalara, şeref ve şöhretine karşı tecavüzlere maruz bırakılamaz. Herkesin bu karışma ve tecavüzlere karşı kanun ile korunmaya hakkı vardır.
Madde 13
  1. Herkes herhangi bir devletin sınırları dahilinde serbestçe dolaşma ve yerleşme hakkına haizdir.
  2. Herkes, kendi memleketi de dahil, herhangi bir memleketi terketmek ve memleketine dönmek hakkına haizdir.

Madde 14

  1. Herkes zulüm karşısında başka memleketlerden mülteci olarak kabulü talep etmek ve memleketler tarafından mülteci muamelesi görmek hakkına haizdir.
  2. Bu hak, gerçekten adi bir cürüme veya Birleşmiş Milletler prensip ve amaçlarına aykırı faaliyetlere müstenit kovuşturmalar halinde ileri sürülemez.

Madde 15

  1. Her ferdin bir uyrukluk hakkı vardır.
  2. Hiç kimse keyfi olarak uyrukluğundan ve uyrukluğunu değiştirmek hakkından mahrum edilemez.

Madde 16

  1. Evlilik çağına varan her erkek ve kadın, ırk, uyrukluk veya din bakımından hiçbir kısıtlamaya tabi olmaksızın evlenmek ve aile kurmak hakkına haizdir. Her erkek ve kadın evlenme konusunda, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit hakları haizdir.
  2. Evlenme akdi ancak müstakbel eşlerin serbest ve tam rızasıyla yapılır.
  3. Aile, cemiyetin tabii ve temel unsurudur, cemiyet ve devlet tarafından korunmak hakkını haizdir.

Madde 17

  1. Her şahıs tek başına veya başkalarıyla birlikte mal ve mülk sahibi olmak hakkını haizdir.
  2. Hiç kimse keyfi olarak mal ve mülkünden mahrum edilemez.

Madde 18

Her şahsın, fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır; bu hak, din veya kanaat değiştirmek hürriyeti, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca, açık olarak veya özel surette, öğretim, tatbikat, ibadet ve ayinlerle izhar etmek hürriyetini içerir.

Madde 19

Her ferdin fikir ve fikirlerini açıklamak hürriyetine hakkı vardır. Bu hak fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, memleket sınırları mevzubahis olmaksızın malümat ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek veya yaymak hakkını içerir.

Madde 20
  1. Her şahıs saldırısız toplanma ve dernek kurma ve derneğe katılma serbestisine maliktir.
  2. Hiç kimse bir derneğe mensup olmaya zorlanamaz.

Madde 21
  1. Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.
  2. Her şahıs memleketin kamu hizmetlerine eşitlikle girme hakkını haizdir.
  3. Halkın iradesi kamu otoritesinin esasıdır; bu irade, gizli şekilde veya serbestliği sağlayacak muadil bir usul ile cereyan edecek, genel ve eşit oy verme yoluyla yapılacak olan devri ve dürüst seçimlerle ifade edilir.

Madde 22

Her şahsın, cemiyetin bir üyesi olmak itibariyle, sosyal güvenliğe hakkı vardır; haysiyeti için ve şahsiyetinin serbestçe gelişmesi için zaruri olan ekonomik, sosyal ve kültürel hakların milli gayret ve milletlerarası işbirliği yoluyla ve her devletin teşkilatı ve kaynaklarıyla mütenasip olarak gerçekleştirilmesine hakkı vardır.
Madde 23
  1. Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.
  2. Herkesin, hiçbir fark gözetilmeksizin, eşit iş karşılığında eşit ücrete hakkı vardır.
  3. Çalışan her kimsenin kendisine ve ailesine insanlık haysiyetine uygun bir yaşayış sağlayan ve gerekirse her türlü sosyal koruma vasıtalarıyla da tamamlanan adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır.
  4. Herkesin menfaatlerinin korunmasi için sendikalar kurmaya ve bunlara katılmaya hakkı vardır.

Madde 24

Her şahsın dinlenmeye, eğlenmeye, bilhassa çalışma müddetinin makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.

Madde 25

  1. Her şahsın, gerek kendisi gerekse ailesi için, yiyecek, giyim, mesken, tıbbi bakım, gerekli sosyal hizmetler dahil olmak üzere sağlığı ve refahını temin edecek uygun bir hayat seviyesine ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, ihtiyarlık veya geçim imkânlarından iradesi dışında mahrum bırakacak diğer hallerde güvenliğe hakkı vardır.
  2. Ana ve çocuk özel ihtimam ve yardım görmek hakkını haizdir. Bütün çocuklar, evlilik içinde veya dışında doğsunlar, aynı sosyal korunmadan faydalanırlar.

Madde 26
  1. Her şahsın öğrenim hakkı vardır. Öğrenim hiç olmazsa ilk ve temel safhalarında parasızdır. İlköğretim mecburidir. Teknik ve mesleki öğretimden herkes istifade edebilmelidir. Yüksek öğretim, liyakatlerine göre herkese tam eşitlikle açık olmalıdır.
  2. Öğretim insan şahsiyetinin tam gelişmesini ve insan haklarıyla ana hürriyetlerine saygının kuvvetlenmesini hedef almalıdır. Öğretim bütün milletler, ırk ve din grupları arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu teşvik etmeli ve Birleşmiş Milletler’in barışın idamesi yolundaki çalışmalarını geliştirmelidir.
  3. Ana baba, çocuklarına verilecek eğitim türünü seçmek hakkını öncelikle haizdirler.

Madde 27

  1. Herkes, topluluğun kültürel faaliyetine serbestçe katılmak, güzel sanatları tatmak, ilim sahasındaki ilerleyişe iştirak etmek ve bundan faydalanmak hakkını haizdir.
  2. Herkesin yarattığı, her türlü bilim, edebiyat veya sanat eserlerinden mütevellit manevi ve maddi menfaatlerin korunmasına hakkı vardır.

Madde 28

Herkesin, işbu Beyanname’de derpiş edilen hak ve hürriyetlerin tam tatbikini sağlayacak bir sosyal ve milletlerarası nizama hakkı vardır.

Madde 29

  1. Her şahsın, şahsiyetinin serbest ve tam gelişmesi ancak bir topluluk içinde mümkündür ve şahsın bu topluluğa karşı görevleri vardır.
  2. Herkes, haklarının ve hürriyetlerinin kullanılmasında, sadece, başkalarının haklarının ve hürriyetlerinin gereğince tanınması ve bunlara saygı gösterilmesi amacıyla ve ancak demokratik bir cemiyette ahlâkın, kamu düzeninin ve genel refahın haklı icaplarını yerine getirmek maksadıyla kanunla belirlenmiş sınırlamalara tabi tutulabilir.
  3. Bu hak ve hürriyetler hiçbir veçhile Birleşmiş Milletler’in amaç ve prensiplerine aykırı olarak kullanılamaz.

Madde 30

İşbu Beyanname’nin hiçbir hükmü, herhangi bir devlete, zümreye ya da ferde, bu Beyanname’de ilan olunan hak ve hürriyetleri yoketmeye yönelik bir faaliyete girişme ya da eylemde bulunma hakkını verir şekilde yorumlanamaz.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi tarihte en çok tercüme edilmiş bir dökümandır. 300’ün üzerinde farklı dillerdeki versiyonları Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komisyon Üyeliğinde bulunmaktadır.
Bu Türkçe versiyonu, İnsan Hakları Koordinasyonu Üst Kurulu tarafından tercüme edilmiştir.

24 Kasım 2013 Pazar

Öğretmenler günü kutlu olsun


Türkiye’de her yıl 24 Kasım, Öğretmenler Günü olarak kutlanır. Bu, 1981 yılında başlamış bir uygulamadır.

24 Kasım 1928, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün "Millet Mektepleri’nin Başöğretmenliği"ni kabul ettiği gündür. Bakanlar Kurulu, Mustafa Kemal Atatürk’e "Millet Mektepleri Başöğretmenliği" ünvanını 11 Kasım 1928’de yaptığı toplantıda vermiş ve bu ünvan, 24 Kasım’da Millet Mektepleri Talimatnamesi'nin yayınlanması ile resmileşmişti.

Atatürk'ün 100. doğum yıl dönümü olan 1981 yılında, onun 
"başöğretmen" oluşunun yıl dönümlerinde ülke çapında 
Öğretmenler Günü kutlanmasına karar verildi.

20 Kasım 2013 Çarşamba

Osmanlı ve Bilim

TÜRK MUCİZESİ
Cumhuriyet  90  Yaşında
Turgut Özakman

Büyük Üstat Sayın Turgut Özakman’ın Temmuz 2013 tarihinde kaleme aldığı Cumhuriyet ile ilgili bu son yazısını okumanız temennisiyle

Cumhuriyet 90.Yaşında
Turgut Özakman
Milli Mücadele’yi gerektiği kadar bilmeden, Osmanlı devletinin külünden yaratılan bu yeni devletin ve rejimin kuruluş hikâyesini, felsefesini, gerekçesini, nedenlerini ve amacını anlamak, kavramak, sindirmek, bu oluşumun bilincine varmak mümkün değildir.
Osmanlı Devletinin neden ve nasıl yıkıldığını da iyi bildiğimizi söyleyemeyiz..
Durum, bu iki konuda halkımızı başarılı şekilde bilgilendirmediğimizi göstermektedir. Var olan bilgi düzeyi ile sağlıklı bir tarih bilincinin oluşması zor, günü yorumlamak, geleceği kestirmek daha da zor.
Cumhuriyeti, yani Türk Rönesans’ını, aydınlanmasını, kurtuluşu anlatmak istiyorum. Bunun için hızlı bir tarih yolculuğu yapmak gerekiyor.
Akıl Batıda şöyle bir süreçten geçmiştir.
Akıl antik çağda özgürdü. Hristiyanlığın doğuşundan sonra, özellikle orta çağda Katolik Kilisesi aklın özgürlüğüne son verdi, aklı denetimi altına aldı. Kilise Babalarının ileri sürdüğü görüşler, tek doğru olarak kabul edilir, tartışılmaz. Tartışmaya kalkışanların hayatları tehlikeye girer. Engizisyon dönemi özellikle aklı özgürleştirmek için başlayan kıpırtılara karşı Kilisenin tepkisidir. Kim bilir kaç kişi işkence gördü, kaç kişi zindanlara atıldı, kaç kişi yakıldı.
Buna karşılık İslamiyet aklı yüceltmiş, Doğuda bilim hayatını canlandırmıştı. Bu, Doğu Rönesans’ıdır. Bu dönem Farabi gibi, İbn-i Sina gibi, İbn-i Rüşt ve benzerleri gibi büyük bilginler dönemidir. Çalışmalarının etkileri Batıya da yayılıyordu. Fakat İslam Rönesans’ı uzun sürmeyecek, 12. yüzyılda enerjisini yitirmeye başlayacaktır.
Osmanlı Devleti bu sırada kurulur.
Orta çağa özgü bütün imkânları iyi kullanarak, adım adım güçlü, zengin, önemli bir devlet olur. Üç kıtaya yayılır. İstanbul'u alır. En büyük gemileri Osmanlılar yapıyor, en büyük topları Osmanlılar döküyordu. En güçlü ordu Osmanlı ordusu idi. Askeri örgütleri örnek oluşturan bir nitelikteydi. İlginç bir toprak rejimi kurmuşlardı. Başka din mensuplarına hoşgörü ile bakıyorlardı. Bu, o çağdaki bütün devletlerden ayıran büyük bir özellikti. Medreselerde, dini bilgiler yanında, tıp, astronomi ve matematik de öğretiliyordu. Gittikçe gelişen bir mimari, musiki, şiir hayatları vardı. Çinicilik çok gelişmişti. Fakat halkın eğitimi için özel bir çaba harcanmaz. Buna ihtiyaç duyulmaz. Osmanlılarda anavatan düşüncesi de yoktur. Bu nedenle Anadolu'ya önem verilmez, bakımsız, yoksul bırakılır. Devleti kuran, korumak için gerektikçe kanını döken Türkler de arka plana itilir. Ön planda devşirmeler yer alır. İlk iki padişah dışında hiç biri bir Türk’le evlenmez. Padişah anneleri Çerez, Abaza, Rus vb.dir. Buna karşılık Türkçe, devletin kurucu dili olarak, varlığını korur.
Kilise gerçeği bulma tutkusunu, doğayı, insanı, dünyayı, evreni araştırmayı, deneyi, kısacası aklın özgürlüğünü, araştırıcılığını, bilimselliği durduramıyordu. Bilim adamlarının, düşünürlerin ve o dönemin cesur üniversitelerinin önünde, adım adım geriler. Sonunda akıl çağına geçilir. Böylece Batı, İtalya’dan başlayarak Rönesans’ı, hümanizmayı, kısacası aydınlanmayı yaşamaya başlar. Bu, insanlık tarihinin en büyük dönemeci, en büyük devrimidir.
Orta çağa özgü bütün bilgiler elden geçirilip yenilenir, bilim dallarında devrimler, buluşlar, deneyler birbirlerini kovalar. 16.Yüzyıl sonu ile 17.Yüzyıl bilimin ve sanatın zafer çağıdır.
Avrupa aydınlığa, bilimselliğe, sanatta yeni ufuklara, buluşlara, yaratılara, özgürlüğe, sanayi devrimine yol alırken, sınırlarının az ötesinde, Batılı bilginler ve düşünürler, bilim ve düşünce dünyasını sarsarlarken, Osmanlılar ne yapıyorlardı?
Sınırdaş oldukları için Batıdaki değişimi elbette fark etmişlerdi ama önemsemezler. Osmanlı toplumu yaşayış tarzı ve düşünce hayatı bakımından içe dönük bir toplumdur. Genel olarak kendi kültürünü, hayat ve düşünüş tarzını beğenir, başkalarını ilgiye değer bulmaz. Bu nedenle gelişme ve değişmelerden yararlanmayı düşünmez. Küçük bir merak bile duymaz. Kendini yenilemeyi, çağa ayak uydurmayı başaramadığı için gittikçe çağ dışı kalacaktır. Batıda medreseler üniversitelere dönüştürülürken, Osmanlıda medreselerden müsbet bilimler uzaklaştırılır.
Medreselerde yalnız din bilgisi verilir. Osmanlı bilim ve düşünce dünyası akla, bilimsel kuşkuya, araştırma ve incelemeye dayanmayan, eskilerin verdiği bilgilerle yetinen, onları tekrar eden sığ bir anlayış içinde donup kalır. Bu gerileyiş şu sonuca varır: İnanç aklın önüne geçer, merak, kuşku, araştırma ihtiyacı, icat ve keşif duygusu, yerini tevekküle bırakır. Doğa olayları Allah’ın hikmeti olarak değerlendirilir, nedenleri araştırılmaz, kurcalanmaz. Bazı konuları irdelemek Allaha saygısızlık olarak kabul edilir.
Oysa tarihin bu dönemi öyle bir dönemdir ki durmak, çağdışı kalmak ve çürümek demektir.
Batılı büyük devletler dünya denizlerine buharla, sonra petrolle işleyen gemileriyle egemen olurken, ülkelerini demiryollarıyla donatırken, ağır sanayilerini kurarken, halkın eğitimine büyük önem verirken, Osmanlı gittikçe gerileyerek, ufalarak, çağdışı kalarak, sürekli yenilerek, son yüzyılını ‘hasta adam’ olarak geçirdi.
Sonunda tarih sahnesinden silindi.
Tarihte 20.Yüzyıla kadar yaşamış bir büyük devletin bu kadar zayıfladığı, çağ dışı kaldığı hiç örneği olmayan bir olgudur. Bunu geri kalışın, yoksulluğun ve ilkelliğin sorumluları, Osmanlıyı parçalamak için türlü düzenler çeviren büyük devletlerle birlikte, ufuksuz Osmanlı yöneticileridir.
Bu gerileyişin ve yıkımın nedenlerini doğru ve iyi öğrenmeden, Osmanlı’nın son iki – üç yüzyıl neden savaş alanında, diplomaside, bilimde, sanayide, ekonomide, siyasette, eğitimde, sağlıkta sürekli yenildiği, yöneticilerin ve aydınların neden Avrupa karşısında aşağılık duygusu içinde kaldıkları anlaşılamaz.
Bir büyük devlet birkaç nedenle yıkılmaz. Birbirine bağlı birçok nedeni vardır. Ben ana nedenleri temsil ettiğini düşündüğüm birkaç örnek vermek istiyorum. Örneklere bakarak genel durumumuzu anlayabiliriz.
Matbaa 1454 yılı buluşudur. Yahudiler ve Hıristiyanlar bir süre sonra İstanbul’da matbaalar kurup kitaplar basabilmişlerdir. Ama matbaa Müslümanlara yasaktır. Ancak 275 yıl sonra 1729’da Türkçe kitap basılması caiz görülecek, din kitapları basılması ise daha uzun zaman yasak olacaktır.
Aradaki fark şöyle:
1729’dan 1830 yılına kadarki 100 yıl içinde Osmanlı’da sadece 180 kitap basılmıştır. Batıda ise 1454 yılından 1500 yılına kadar ki 46 yıl içinde basılan kitap sayısı 40 000’dir.
Batı dünyası ile Osmanlı dünyası arasında bu aşamada 39.820 kitap fark var ! Kısacası 300 yıl.
Rahmetli Atatürk diyor ki:
“İstanbul’u fetheden kudret, yaklaşık olarak o yıllarda icat edilmiş olan matbaanın Türkiye’ye girmesini sağlayamamış, bağnazların uğursuz direncini yenmeyi başaramamıştır.”
***
Astronom Takyettin Efendi Padişaha dilekçe vererek rasathane kurmak için izin ve yardım diler. Bu dilek uygun görülür. Tophane sırtında bir rasathane yapılır. Şeyhülislam Ahmet Şemsettin Efendi Padişaha 'göğü incelemenin, rasat yapmanın uğursuzluk getireceği' yolunda bir şikâyette bulunur. Bu şikâyette Şeyhülislam diyor ki:
' Göklerin sırlarını küstahça sına öğrenmeye cüret etmenin akıbeti iyi değildir. Nerede bir rasathane kurulduysa orada devlet binası yerle bir olmuştur.'
Padişah dehşete kapılır. Rasathane bir gece içinde yıkılır.
Bu olayın tarihi 1579'dur.
***
Bu tarihlerde Osmanlı toplumunda astronomi bu talihsizliği yaşarken, yıldız falcılığı önemli bir kurum olup çıkmıştır. Zamanla neredeyse müneccimlere danışılmadan hiçbir işe girişilmez. Müneccimbaşı sarayın önemli bir görevlisi olur. Osmanlı ordusu 1716'da Petervaradin'de bozguna uğrayınca, bu yenilgi yıldız hesaplarının iyi yapılmayışına bağlanır.1
1 Petervaradin savaşında şehit düşen Damat Ali Paşanın malları müsadere edilir. Zengin bir kitaplığı vardır. Şeyhülislam bu kitaplardan felsefe, eski çağ tarihi ve astronomiye ait olanların genel kitaplıklara konulmasını uygun bulmaz, yasaklar. Bağnazlık aklın önüne geçmiştir.

III.Mustafa 1757 yılında tahta çıkmıştır. İlerici padişahlar arasında sayılır. Batının gelişmesini hasetle izler. Tehlikenin farkına varmıştır. Padişaha göre Batının bu gelişmesinin nedeni daha iyi müneccimlere sahip olmasıdır. O zamanki Fransız Elçisi diyor ki:
"Padişah Fransızların müneccimler vasıtasıyla geleceği öğrendiklerine inanmıştı. Bunun tersine bir türlü ikna olmuyordu. Bu kadar acayip bir hurafeyi yıkmak için elimden geldiği kadar boşuna çalıştım."
Padişah yüzünü gittikçe geliştiğini duyduğu Prusya'ya çevirir.
Ordunun yenilgileri bu iyi kalpli Padişahı üzmektedir. Ciddi önlemler almaya karar verir. Ahmet Resmi Efendi adlı birini Prusya Kralı Büyük Frederik'e yollar, Kraldan 3 iyi müneccim istemeye memur eder. Amacı bu usta müneccimler sayesinde girişimleri için uğurlu gün ve saatleri belirlemek ve iyi komutan seçebilmektir. Artık yenilmek istememektedir. Büyük Fraderik'in yanıtı ünlüdür:
1. Tarih okumak ve eski deneylerden yararlanmak,
2. İyi bir orduya malik olmak,
3. Hazineyi dolu tutmak.
Kral Ahmet Resmi Efendiye kendisinin üç münecciminin bunlar olduğunu söyleyecektir.
Osmanlı Padişanın müneccim istediği sırada büyük düşünür Kant Prusya'da yaşamaktadır. Filozof Voltaire Büyük Frederik'in danışmanıydı.
Bilgi ve zekâ düzeyimizi düşünün.
***
Osmanlı bilim hayatından Piri Reis gibi bir yıldız geçmiştir. Büyük bir denizci ve haritacıdır.
Ama bakınız neler olur.
Duvar haritaları, atlaslar Damat Sait Paşayı çok kızdırır. Bunların bir tür resim olduğunu, resmin ise dince caiz olmadığını ileri sürerek, Padişaha sürekli şikâyette bulunur. Padişah kendisini Sadrazamlığa getirince, bütün haritaları imha ettirir.
Amiral Spiritov'un komutasındaki Rus donanmasının Baltık denizinden harekete geçip Osmanlı donanmasını sıkıştıracağı söylentisi yayılır. Osmanlı yönetiminin bilgisine göre Akdeniz kapalı bir denizdir. Rus donanmasının Baltık'tan hareketle Atlas okyanusundan dolaşarak Cebel-i Tarık'tan Akdeniz’e girebileceği düşünülmez. Söylentiye gülüp geçerler.
Rus donanması Cebel-i Tarık'tan Akdeniz'e geçer, Çeşme önünde, hiç bir tehlike beklemeyen Osmanlı donanmasını bastırır ve yakar.
Bu olayın tarihi 1770'tir.
***
XVIII. ve XIX. Yüzyılda gerileme sürer. Plevne savunma zaferi ile övünürüz ama Rus ordusu ilerler, Yeşilköy'e kadar gelir. Oraya bir zafer anıtı diker.
Herkes istediği başlığı giymektedir. II.Mahmut bir birlik sağlamak için fes giyilmesini kararlaştırdığı zaman softalar fese karşı çıkar, ayaklanırlar. Bunların torunları da fes yasaklandığı zaman tepki gösterecekler, fesi savunacaklardır. Okullarla büyüteç ile ateş yakmak gibi deneyler şeytan işi sayılır. II.Mahmut devlet görevlilerinin artık pantolon ve ceket giymelerini emreder. Kavuklu, şalvarlı, kaftanlı Osmanlı görevlilerinin yerini İstanbulin, redingot giyen, boyun bağlı, iskarpinli, çağdaş görünüşlü yeni Osmanlılar alır. Bu gibi yenileme çabaları yüzünden, gericiler, Padişahı "gâvur Padişah" diye anarlar.
Gerilemeyi durdurmak, çağa yaklaşmak, gelişmeyi sağlamak için Padişah Abdülmecit Tanzimat'ı ilan eder. Olumlu etkileri olur ama halka yayılmaz. Tanzimat tarzı yaşayış İstanbul ve İzmir'de bir iki semtte gerçekleşir. Eski ile yeninin çatışması sürüp gider.
***
Osmanlı İmparatorluğu 1886'da iflas eder. Borçları ödeyebilmek için vergileri yabancı bir kurumun toplaması kabul edilir (Duyun-u Umumiye). Bu olgu devletin ne durumda olduğunu anlatmaya yeter.
***
1912 Balkan Savaşı devletin ordusu, yönetimi, morali, örgütlenişi ile bitişe yaklaştığını gösterir. İki büyük Osmanlı ordusu, yeni kurulmuş dört küçük devletin orduları önünde bozguna uğrar. Bulgarlar Çatalca'ya kadar gelirler. Edirne güçlükle geri alınır.
400 yıllık Rumeli bir ayda elden çıkmıştır. İstanbul Sağ kurtulabilen Rumeli göçmenleri ile dolar. İstanbullular vatan kaybetmenin ne kadar acı bir olay olduğunu bu göçmenlerden öğrenirler. Oysa kısa bir süre sonra aynı acı olayı kendileri de yaşayacaklardır.
Dört yıl süren 1.Dünya Savaşından Osmanlı devleti yenik çıkar. Mondros ateşkes anlaşması Sevres Antlaşmasının önsözü gibidir. İstanbul ve yer yer Anadolu işgal edilir. İstanbul yönetimi Devletin ölüm fermanı olan Sevres Antlaşmasını imzalar (10 Ağustos 1920). Bu yönetimin niteliğini belirten bir örnek vereyim. Yunan ordusu Uşak ve Bursa'ya doğru yürüdüğü sırada, İstanbul hükümetinin Adalet Bakanı Ali Rüştü Efendi bir demeç vererek Müslüman Türklere diyor ki :
“Yunan ordusunun başarısı için dua ediniz.”
Anadolu yoksul ve cahildir. Altı yıldır savaşmaktan bitkin düşmüştür. Yeniden dört yıllık bir savaşı daha göze alacağına kimse inanmaz. İnanmayanlar yanılırlar. Anadolu hem emperyalistlere, hem düşmanla işbirliği halindeki İstanbul yönetimine karşı ayaklanır.
Milli Mücadele yurt sevgisinin emperyalizmden de, saltanattan da daha güçlü olduğunu kanıtlayan bir destandır. Kuva-yı milliye Çanakkale ruhunun daha güçlenmiş, daha bilinçlenmiş, daha yaygın ve coşkun bir devamıdır. Kadınlar ve erkekler, Atatürk gibi dahi bir liderin yönetiminde dört cephede birden savaşır. Çıplak ayak, yarım üniformalı, tüfeğinin kayışı ipten Mehmetçik ve yurdu canlarından aziz bilen subaylar, Batının şaşkın gözleri önünde, Anadolu'yu parçalamaya, paylarını almaya gelenlerin hepsini yenerler. Son kalıntı Yunanlıları da İzmir'e kadar kovalar, denize dökerler.
Tarihin akışı değişir.
Mudanya Mütareke Anlaşması ile Trakya Meriç'e kadar geri alınır. Lozan diplomasi Tarihinin en çetin ve başarılı örneğidir. 29 Ekim 1923'de Türkiye Büyük Millet Meclisi saat 20.30’da Cumhuriyeti ilan eder.
Gece şehirler top sesleri ile uyanır. Bunlar cumhuriyet toplarıdır.
Osmanlı devletinin külünden yeni bir devlet kurulmuştur.
Cumhuriyetin 600 yıllık Osmanlı Devleti’nden ve toplumundan devraldığı miras özetle şöyledir:
Gurur, ibret ve üzüntü verici sahnelerle dolu, renkli bir tarih,
Büyük bir mimari birikim, zengin bir şiir ve musiki alemi,
İlke olarak dine dayalı bir rejim,
Yorgun bir hanedan,
Yarı sömürge halinde, güçsüz bir devlet,
İdari, ekonomik, mali, hukuki kapitülasyonlar,
Halk yurttaş değil, kul,
İlkel bir tarım toplumu,
İflas etmiş bir maliye,
Büyük bir dış borç,
Hasta bir ekonomi,
Sıfır ağır sanayi,
Cılız bir küçük sanayi,
Kişi başına milli gelir 4 lira,
Kişi başına kamu harcaması 50 kuruş,
Elbise düğmesi bile ithal ediliyor,
Sıtma, frengi, verem, trahom yaygın,
0-2 yaş grubu çocuklarda ölüm oranı yüzde 60,
Sadece 337 doktor bulunuyordu,
Bütün imparatorlukta sadece 158 ortaokul ve lise, medrese uzantısı
bir tek üniversite var,
Anadolu çağdışı ilkel medreselerin elinde,
Tüm liselerde okuyan kız öğrenci sayısı 230,Bütün temel meslekler erkeklerin tekelinde,
Kadının seçme, seçilme hakkı yok, yani yurttaş sayılmıyor,
Kadınların toplumsal hayatları ve hakları yok,
Okur-yazar olma oranı erkeklerde yüzde 7, kadınlarda binde 4,
İstanbul ve kısmen de İzmir’le sınırlı, ölgün bir sanat hayatı,
Bütün Türkiye’deki gazetelerin toplam satışı ancak yüz bin dolayında,
Hemen hemen bütün yasalar çağın gereklerinin gerisinde,
Ülke birçok alanda ortaçağı, ortaçağ ilkelliğini yaşıyor.
İşte Cumhuriyetin devraldığı, bazılarının özlemini çektiği Osmanlı mirası budur, bu kadardır.
***
Cumhuriyetçiler bütün bu sorunları çözmek, engelleri kaldırmak, gelişmeyi sağlamak için kolları sıvarlar.
Türkiye, tam bir kurtuluş için, yüz bin sivil ve asker kayıp vererek kavuştuğu bağımsızlığı bir daha yitirmemek, bir daha ezilmemek, yenilmemek, milli egemenliği ve geleceği güven altına almak ve kalkınmak için yeni insanlardan kurulu, yeni bir toplum, yeni ve milli bir devlet yaratmalı, aklı özgürleştirmeli, dini desteklemeli ama çıkar için kullanılmamasını sağlamalıydı.
Yorulmadan, heyecanla çalışmaya koyulurlar.
Gepgenç kızlarımız öğretmen olarak katır sırtında dağ köylerine gideceklerdir.
Bütün devrimlerin amacı, aklı, fikri ve vicdanı hür, bilgili, görgülü, bilime ve sanata saygılı, hurafeden uzak, yurtsever, çağdaş, özgür ruhlu, yeni insanı yaratmaktır. Bütün devrimleri bu amacın ışığı altında yorumlamalıdır.
Batının objektif düşünürleri Milli Mücadele’yi ve onu izleyen Cumhuriyet dönemini, Türk Mucizesi diye adlandırıyorlar.
Bu saptamayı desteklemek için cumhuriyetin ilk 15 yılını, rahmetli Atatürk dönemini birkaç çizgi ile yansıtmak istiyorum.
Ana hedef çağdaş uygarlığa ulaşmak, onu paylaşmak, ona katkılarda bulunmaktır. Bütün insanlığın ister ister istemez paylaştığı, paylaşmak zorunda kaldığı bu evrensel uygarlığın özü, bilim (+teknoloji) ve sanattır. Artık çağı gözden kaçırmaya, geride kalmaya hakkımız yoktu.
Atatürk döneminde maddi kalkınma ile sosyal ve kültürel kalkınma birlikte yürütülür (Toplu kalkınma).
Bu 15 yılın ortalama kalkınma hızı %10’dur,
Sanayileşme hızı % 19'dur,
Demir-çelik sanayi ile savunma sanayii kurulmuştur,
Merkez Bankası altın ve döviz dolu,
Tek kuruş dış borç yok,
Osmanlı borcu anlaşmaya göre ödeniyor,
Kayseri’deki uçak fabrikasının yaptığı uçaklar göklerimizde uçmaya başlar,
İlk denizaltımızın yapımına girişilir,
Limanlar ve demiryolları millileştirilir,
4000 km demiryoluna, 3000 km yeni demiryolu eklenir,
Çağdaş yasalar yürürlüğe girer,
Kadının önündeki bütün maddi ve manevi engeller kaldırılır, Millet mektepleri, Halkevleri açılır (kısa bir süre sonra Köy Enstitüleri de açılacaktır),
Konservatuvar eğitime başlar,
Üniversite reformu gerçekleştirilir,
Demokrasinin ve çağdaşlığın zorunlu koşulu olan laiklik benimsenir,
Planlı kalkınmaya geçilir, Anadolu’nun uygun yerlerine büyük fabrikalar yapılır,
Eğitimde, sporda, sanatta önemli gelişimler elde edilir,
Salgın, yaygın hastalıklara çok büyük mücadele açılır, hepsi dizginlenir,
Bütün komşularla barışçıl ilişkiler kurulur.
Bu dönemde Batıdan bir kuruş yardım alınmamış, kimseye imtiyaz verilmemiştir.
Bunca başarı, Doğudaki isyana, dünya krizine, Türk-İtalyan gerginliğine, yeterli okur-yazar ve uzman bulunmamasına, araç-gereç azlığına, gelir yetersizliğine rağmen gerçekleştirilmiştir.
Bu gelişimlerin, başarıların her biri bir uygarlık destanıdır. Bu gelişime mucize demek abartı değil, gerçeğin hakkını vermektir.
Birer sadık, bilinçli ve mutlu cumhuriyetçi olarak yetiştirmek zorunda olduğumuz köylü, kasabalı ve şehirli çocuklarımıza, gençlerimize Milli Mücadele ile Cumhuriyetten oluşan Türk mucizesini çok iyi ve doğru anlatmayı başarmak zorundayız.
Bu her bilgili yurttaşın yurttaşlık görevidir


Alıntıdır.


8 Kasım 2013 Cuma

Stil




Tarz, insanı rezil eder, vezir de eder. Yanlış seçimler sizi olduğunuzdan şişman, yaşlı ve özensiz gösterebilir


Bir beden büyük giyinmek

Nedendir bilinmez Türk erkeklerinin çoğu kendilerine bir beden büyük kıyafetler seçiyor. Özellikle takım elbisenin üstünüze tastamam oturmasına özen gösterin. Uzun, bol, omuzlardan düşen ceketlerden, yüksek belli baba pantolonlardan ve aba gibi paltolardan uzak durun. Slim-fit kalıplardan şaşmayın.

Demode desenli, uzun bağlanmış kalın kravat

Takım elbiseyi bozan bir aksesuar da parlak renkte kalın, büyük polyester kravatlar. Şu aralar  ince yakalar ve ince kravatlar oldukça moda iken düz renkler de, küçük desenler de, ince ve ipekli kravatlardan seçilmeli. Kravatlarınızı bağlarken uç kısmının, pantolonun kemer hizasında kadar uzamadığından emin olun.

Uzun ceket kolu

Dolabınıza gidin ve ceket kollarınızı kontrol edin. Kısa bir işlemle, terzilerde ya da satın aldığınız mağazalarda, ceket kollarınız kısaltılabilir. Uzun ceket kolu sizi kısa ve hantal gösterecektir. Kol boyu bileğinizde bitmeli. Ve hatta, gömlek manşeti ceketten gözükebilir.

Bileklerde katlanan, uzun pantolon paçaları

Pantolonlarınızı ‘boyum uzar’ diye uzun almıyorsanız, denerken, paçasının topuğun 1-2 santim üstünde bittiğinden emin olun. Uygun uzunlukta paça, daha fit gösterir.

Derin dekolte

Şu bir gerçek ki, Türk erkeği yakayı bağrı açmayı seviyor. Ya da içine atlet giyme gibi çağdışı bir alışkanlığı var. Her iki tarzla da vedalaşmanızı öneriyorum. Üşüyorsanız atlet yerine V yaka triko giyin. Takım elbise gömleğinin içine giymek için dar, V yaka beyaz bir tişort seçin.

6 Kasım 2013 Çarşamba

Trafik

Derler ki; insanın neresi ağrıyorsa canı oradaymış. Benim de günümün en az 2 saati işe gidip gelmek için yolda geçtiğinden dönüp dolaşıp aynı mevzuya dönüyorum :)

Bugün trafikte yeni bir konu dikkatimi çekti, trafikte seyreden araçlar içinde kuralları en çok ihlal eden sürücülerin kullandıkları araçların markaları. Kanaatimce başlı başına sosyolojik bir araştırma ve inceleme konusudur. Fiat Doblo, Citroen Berlingo, Peugeot Partner, Renault Kangoo, Volkswagen Caddy,  Hyundai minübüs ve yine Volkswagen Transporter araçların sürücüleri kanaatimce trafik kural ihlallerinde ipi göğüslerler.


28 Ekim 2013 Pazartesi

Trafik sorunu ve ruh sağlığı

Son haftalarda başıma gelen olaylar, trafik ile ilgili yapılan çalışmalarla ilgili olumlu beklentilerimi  negatife döndürdü.
İş ve ev arasında mesai günlerinde E80 karayolunu yani TEM otoyolunu kullanıyorum. 

E80'nın başındaki E bildiğiniz üzere Europe yani Avrupa olup, otoyol olduğu için yeşil renkle gösteriliyor. E80 karayoluna E6 diyenler olmakla birlikte bu uydurulmuş bir isim, E5'ten sonra yapıldığı için halk arasında E6 olarak adlandırılmış. Margarin'e Sanayağ  yada kağıt mendile Selpak dedikleri gibi.. Bu arada TEM ingilizce olup Trans Euro Motorway demek, bu da Transit Avrupa Otoyolu demek oluyor.

Her neyse son günlerde başıma gelen ve dikkatimi çeken aksaklıklar;
  • Arkamda birdenbire beliren genelde çok genç ve/veya evrimini tamamlayamamış pisikopat mahluklar tarafından tampon mesafesinde zikzak yapılarak takip ve taciz edilme. Yıllardır araba kullanan birisi olmasam kazaya sebebiyet verilmesi kesin.
  • Zikzak yaparak ani sollamalar yapan hızlı öfkeli modelleri
  • Emniyet şeridini kullanmakta ısrar edenler
  • En sol şeridi kullanmak suretiyle seyreden Tır ve Kamyonlar
  • Cep telefonu ile konuşarak 80 Km süratle en sol şeridi kullananlar
Polisimiz otoyolda belirli aralıklarla durup, bu türden hatalı sürücülere ceza düzenlemeye çalışıyor ama ne çare.. Kanımca otoyol boyunca emniyet şeridinin trafik cezalarını düzenlemek üzere polis moboları ile doldurulması iyi olur. Sanıyorum ancak o zaman düzenli bir şekilde cezalar tanzim edilebilir. Poliste soğukta rüzgarda yol kenarlarında kalmaktan kurtulur.

E80 otoyolu ile ilgili daha geniş bilgi; http://tr.wikipedia.org/wiki/Avrupa_E-yolu_E80 adresinden alıntıdır.

Avrupa E-yolu E80 batı-doğu referanslı 5600 km (3500 mil) uzunlukta batıda Lizbon, Portekiz'de başlayan ve İran'a girişte Gürbulak sınır kapısında sona eren bir uluslararası Avrupa E-yoludur. Bu E-yolu Portekiz, İspanya, Fransa, İtalya, Hırvatistan, Karadağ, Kosova, Sırbistan, Bulgaristan ve Türkiye üzerinden geçerek Türkiye-İran sınır kapısı olan Gürbulak'ta İran'a ulaşarak sona ermektedir. Pescara, İtalya ile Dubrovnik, Hırvatistan arasında Adriyatik Denizi'ni geçmek gerekmekte ve düzgün işleyen bir feribot servisi gerekmektedir. E80 - 5600 km (3500 mil): Lizbon - Valladolid - San Sebastian - Toulouse - Nice - Genova - Roma - Pescara Dubrovnik - Podgorica - Priştine - Niş - Sofya - Filibe - İstanbul - İzmit - Gerede - Amasya - Erzurum - Gürbulak - İran

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun


29 Ekim 1923’te TBMM, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu (1921 Anayasası)’nda yaptığı değişiklikle, devletin yönetim biçimini cumhuriyet olarak ilan etmiştir. Aynı gece bu ilan, atılan 101 pare top ile kutlanmıştır. 1924 yılında ise cumhuriyetin ilanı şenliklerle kutlanmıştır.

2 Şubat 1925'te, Hariciye Vekaleti'nce (Dışişleri Bakanlığı) düzenlenen bir kanun teklifinde 29 Ekim'in bayram olması önerilmiştir.[2] Bu teklif Meclis Anayasa Komisyonu tarafından incelenmiş ve18 Nisan'da karara bağlanmıştır. 19 Nisan'da ise teklif TBMM tarafından kabul edilmiştir. 628 sayılı bu kanun ile 29 Ekim, 1925'ten itibaren ülke içinde ve dış temsilciliklerde bayram olarak kutlanmaya başlamıştır 

08502200505

05077345295 no'lu telefondan bir mesaj geldi, der ki hesabınıza 200 TL değerinde 500 DK hediye tanımlanmıştır. 08502200505 arayarak hediye TL dakikalarınızı aktifleştiriniz. 08502200505

Ne iyi insanlar ve işletmeler var yahu, durup dururken hattımıza dakika yüklüyorlar :) Bu ve bunun gibi dolandırıcılardan gelen mesajlara itibar etmeyin.

22 Ekim 2013 Salı

12 Ekim - 18 Ekim 6 gün altı ülke

Didem'in bir yerlere gitme isteği ve benim yıl sonunda geçerliliğini yitirecek millerimin baskısı altında bir seyahate çıkmaya karar verdik. Kabaca rotamız uçakla Saraybosna, oradan araba kiralayarak Karadağ, Arnavutluk,Makedonya,Kosova,Sırbistan ve Saraybosna. Bayramdan önceki son hafta idi ve gidebileceğimiz vize istemeyen bir ülke olmalıydı. Fas, Tunus ve Bosna Hersek arasında bir seçim yapabiliyorduk ve güvenlik risklerini düşünerek Saraybosna'da karar kıldık. Didem'in uçak biletini misafir yolcu statüsünden 13000 mil ve 100 lira para karşılığında aldık, benim biletim için Wings Card'ın millerini kullandık 59000 mil puan.
Uçuşumuz sabah 08:50 Atatürk Havalimanı üzerinden olacak, sabah saat 07:00 civarında havalimanında olduk ancak o ne? Check in için bir kuyruk var akıllara zarar, biz elektronik check-in yaptırmıştık ancak 1 adet bavulumuz var, sırayı beklersek uçağı kaçıracağımız kesin görünüyor. Neyse yetkili birileri ile görüşüp rica ettim, bavulu verdik hemen pasaporta koştuk ve yeni bir şok. Tabiri caizse pasaportta kuyruğun dibi yok! Bayramda herkes İstanbul'u terk ediyor. Neyse orada da bir yol bulup pasaport kontrolden de geçtik, koştur koştur kapıya vardık. Kontroller yapıldı ve uçağa alındık. Oturuyoruz 30 dakika kadar oldu kaptan bir anons yaptı, Saraybosna havaalanın'daki kötü hava koşulları nedeni ile kalkışımızı gerçekleştiremiyoruz yarım saat sonra yeni durum bilgisi alacağız. Herneyse yarım saatin üzerinden bir yarım saat daha geçti bir gelişme yok! Bu arada yolculardan birisi fenalaştı, doktor yok mu filan bir doktor çıktı biraz o konu ile oyalandık. Sonrasında şu an için uçamayacağız sizi tekrar salona alacağız dediler. Salona döndük insanlarda homurdanmanın bini bir para, kimisi diyor ki önemli birisi gecikti onu bekliyoruz, bir kısım uçak bozuldu motoru açtılar diyor, her kafadan bir ses, THY yetkililerine bağıran çağıran mı ararsın, size tazminat davası açacam diyenleri  mi:)

Neyse saat 11:30 itibarı ile İstanbul'dan yola çıkabildik ve Saraybosna'da sislerin içine indik. Oranın saati ile 12:30 gibiydi, planladığımız gibi bir araba kiralamak için harekete geçtik ve şirketlerden fiyatlarını aldık ancak hepsi internet fiyatlarından pahalı, ben bir kaç ülke gezeceğimiz için sorun çıkmasın diye düşünerek internet'ten rezervasyon yaptırmadım. Neyse City Car Rental adındaki lokal firma bize günlüğü €40 fiyatla Opel Astra 1,6 2013 model benzinli bir araç ve navigasyon için de günlük €5  teklif etti. Makul bulduk aracı inceledik uzun bir süre Maida adındaki görevli kız aracın her noktasındaki kırığı çiziği not aldı filan, aracı aldık yola çıktık. Rezervasyon yaptırdığım Grand Otele ulaştık, 4 yıldızlı büyük bir otel oda kahvaltı 2 kişi €48 fiyatla konakladık ve açıkcası çok memnun kaldık. Günün akşamına kadar sokaklarda gezip otele döndük ve resepsiyondaki arkadaştan bize lokal bir restaurant önermesini rica ettik. Önerdiği yer gerçekten çok şıktı, atmosferden çok memnun kaldık yemek olarak soğan dolması sipariş ettim, Didem için ise tepsi böreği gibi
bir şey sipariş ettik. Yemekler iyiydi, bizden çok farklı değil. Bu arada ben arabayı kullanırken pek memnun kalmadım, ruhsata baktığımda aracın 2010 model olduğunu gördüm, ayrıca direksiyon simidindeki muamele bana airbag sökülmüş izlenimi verdi. Havalimanına gidip bağırdım çağırdım, aracı yarın öğlen geri alabiliriz dediler.
 Saraybosna'dan bir kaç kare..



19 Ekim saat 12:00 havalimanına tekrar gittik, bizden özür dilediler aynı fiyata 2013 gıcır gıcır dizel 1,6 bir Skoda Octavia gibi bir araç verdiler. Neyse aracı aldık ve düştük Mostar yollarına. Bu coğrafyada nesafeler yakın ancak seyahat süreleri uzun :) birazı hız limitlerindense daha çoğu yol koşullarından kaynaklanıyor. Yol üzerinde inanılmaz güzel renkler ve manzaralar eşliğinde Mostar'a vardık. Mostar küçük bir yer köprünün bulunduğu eski şehir denilen alanı gezdik bir kaç fotoğraf aldık ve daha fazla durmamızın manası olmadığını düşünüp hava kararmadan vurduk yollara. Yine müthiş manzara eşliğinde Karadağ'a vardık. Başkent Podgorica'da çok şık bir alışveriş merkezindeki çok şık bir restaurant'ta akşam yemeğimizi yedik. Karadağ Saraybosna'ya kıyasla insanların çok varlıklı olduğu bir yer. Her yer şıkır şıkır, oysa Saraybosna'da bir çok evde uçaksavar mermilerinin izleri duruyor. Bosna'da ki insanlar yaşadıklarını unutamamışlar. Yola revan olduk ver elini Tiran, çok berbat yollardan geçerek saat 02:30 gece yarısı Tiran'a girdik ama çevreye bakıyoruz sanki bir şehir merkezine gelememişiz. Şehrin bizim bulunduğumuz yerleri berbat durumda, rezervasyon yaptırdığımız oteli bulamıyoruz ve ortalıkda haydut kılıklı gençler ve her 50 metrede casino dolu. Biraz tırsıdık, ne yapsak filan düşünürken aklımıza Sheraton Hotel'e gitmek geldi, oraya gittiğimizde biraz daha modern bir yerlere ulaşmış olduk :) Tabii Sheraton'da kalmayı düşünmediğimizden başladık yakın yerlerdeki otelleri taramaya. Holiday Inn'e gittik gecelik €90 istiyor ki gecenin 03:00 ü itibarı ile verilecek para değil. Bir otel daha bulduk €80 istiyor, tam ümidi yitirmiştik yolun karşısında bir otel daha gördük. Zile bastık içeri girdik kahvaltı dahil €30 dediler, odalara baktık pırıl pırıl. Süper hemen yattık, sabah saat 08 yan taraftaki odadan birileri Türk'çe  anırıyor, haliyle uyandık. Kahvaltı yapıp şöyle kısa bir şehir merkezi turu (15 dakika kadar) yaparak yola koyulduk.
Hedefimiz Ohrid Makedonya, güzel bir yolculuk sonrası Ohrid'e vardık, gerçekten bir inci, çok güzel bir şehir. Göl kenarında bir meydana parkettik, otoparkçı çocuk hemen bize otel önerdi, otopark ücreti ne kadar dediğimde "Maybe 1, maybe 2 euro"  dedi :) bende çıkardım €1 verdim, gösterdiği otele doğru yöneldik bu esnada orada bulunan bir çift bizim de Türk olduğumuzu görünce muhabbete giriştiler, muhabbet koyulaştı birlikte gezilecek yerleri gezdik, otel konusunu da birlikte hallettik. Sonrasında meşhur Ohrid gölü alabalığını tatmak üzere sahildeki bir restaurant'a oturduk. Alabalığın kilosu €22 ve bir özelliği yoktu, yedik kişi başı €20 ödedik. Bence kazıktı. O gece konakladığımız otel bayağı güzeldi ve gecelik €60 ödedik.










Ertesi gün sabah kahvaltısı sonrasında Üsküp'e doğru yola çıktık, yol üzerinde Bitola ( Manastır ) şehrine uğrayıp atamızın okuduğu askeri liseyi ( aynı zamanda Atatürk müzesi ) ziyaret ettik. Bitola çok güzel bir yerleşim, eski ve yeni iç içe, Yunanistan'a yakın olmasından olsa gerek biraz yoğun Yunan etkisi hissediliyor.
Akşam hava henüz kararmakta iken Üsküp'e girdik, rezervasyon yaptırdığımız oteli navigasyondan bulamayınca arabamızı bir otoparka bırakıp Ramstore alışveriş merkezine yollandık. İstanbul Restaurant adında bir lokantada açlık sorunumuzu hallettik ve biz otelle ilgili konuşuyorken restaurant sahibi güzel bir otel olduğunu ve merkeze ancak 5 km kadar mesafede olduğunu söyledi, taksi ile €3 tutar dedi, gerçekten de öyle. Otel Orka Grup şirketinin işletmesinde yani bildiğimiz Damat&Tween. Budapeşte odasını bize €60 karşılığı tahsis ettiler :) Otelde oda numaraları yok, onun yerine her odaya bir başkentin ismini vermişler.


Üsküp'te Türk mahallesinde yani tarihi köprünün kale tarafında gezilecek yerleri şöyle bir gezdik ve meşhur güveçte kurufasulyesinden ve köftesinden yedik. Güveçte kuruyu tavsiye etmem ama köfte güzeldi :) Aynı günün akşamında otel resepsiyonundaki çocuğun önerdiği lokal müzik yapılan Nostalgia restaurant'ta akşam yemeğine gittik. Çok güzel bir mekan, garson aşırı ilgiliydi, müzisyenler Türk asıllı, bir kaç Türkçe şarkı söylediler, bizde sandık ki bizim için söyleniyor, coşkuyla eşlik ediyoruz tabii, bu arada kemancı yanımıza geldi,
. Türkmüsünüz?
- Evet
.Türkiye'den mi geldiniz?
- Evet, İstanbul'dan geldik
. Aşkolsun! o kadar sevindi ki mutluluğunu böyle dile getirdi.
. Şurdaki masadakiler de Türk, Türkiye'den geldiler.
- Tanımıyoruz
. Olur mu çok meşhur kadın, Ali kaptan vardı küçük çocuk vardı dizide burada oynadı, bildiniz mi?

Didem evet Wilma Elles deyince kemancı sevindi, güzel bir akşam oldu saat 23:00 gibi otele döndük. Yemekler süperdi herkese öneririm.

Sabah 08:30 da yola çıktık, yaklaşık 1 saat kadar sonra Kosava'ya girdik, amacımız oradan Sırbistan'a geçmek. Kosava'ya bir girdik aklımızı kaçıracaz, bir savaş atmosferi var gibi, her yer berbat durumda, yollar çok kötü, her yer birleşmiş milletler ve anlayamadığımız diğer askerlerle dolu. Polis jipleri, tuhaf yola sığmayan amerikan savaş jipleri, sanki bir korku filmi. Hiç durmadan Priştine üzerinden devamla Sırbistan sınır kapısına geldik. Yolda gelirken bazı barikatlardan geçtik! Neyse sınırda pasaportu ve araç belgelerini verdik. Bekleyin ileriye çekip dediler, normalde kaşeyi basıp gönderiyorlar. Hayırdır filan derken yanımıza bir Sırp görevli geldi, buradan geçemezsiniz gibi bir şeyler anlatıyor kendi dilinde, neden geçemeyeceğimizi soruyorum ingilizce türkçe, neyse sonrasında anladık ki biz girişi Kosova'dan yaptığımız için ve Sırbistan'da Kosova'yı tanımadığından bizi o sınır kapısından almıyorlar. Gümrükçü bize iyice yolları tarif etti ve önce Karadağ'a gidip oradan Sırbistan'a girmemiz gerektiğini açıkladı :) Neyse saat 15:30 itibarı ile düştük tekrar yollara, giderken bir polis çevirmesine girdik adamlar bize nefretle bakıyor, pasaportu görünce hiç bir şey söyleyemiyorlar! Meğer biz Bosna plakalı bir araçla gezdiğimiz için sevimsiz bir duruma düşmüşüz oralarda. İyi ki bizi birinci sınır kapısından çevirmişler , yoksa aydınlıkta Sırbistan'ı geçmek zorunda kalacaktık ve belki aracımızı taşlayacaklar kim bilir! Bu arada Didem telefonumuza gelen 0312'li numaradan Dış İşleri Bakanlığı'nı aradı, oradaki çalışanlara durumu aktardı, bu konuda bişey bilmediklerini Kosova'daki Büyükelçiliği aramamız gerektiğini söylediler. Didem Büyükelçilikle görüştü ancak bize faydalı olabilecek hiç bir şey söyleyemediler! Sırp sınır görevlisinin verdiği bilgiler bizim için daha faydalı oldu. Ayrıca araç plakamızı sordular, Didem'de aracın Bosna plakalı olduğunu söyledi, bu konuda da hiç bir yorum yapmadılar!
Neyse ilerleyen saatlerde Sırp sınır görevlisinin verdiği rotayı takip ederek Pec üzerinden Karadağ'ın Rozaj sınır kapısına vardık. Ama ne varmak, aşağıda 22 derece olan sıcaklık yukarıda 1,5 dereceye düştü ve kar yağışı başladı :) Böylece mevsimin ilk karını Karadağ'da görmek kısmet oldu. Karadağ'da saat 19:00 civarı artık açlık ve yorgunluktan pes eden bedenleri biraz dinlendirmek ve bir şeyler yemek üzere durduk.
Çok güzel bir akşam yemeği ziyafeti sonrasında tekrar düştük yollara. Sonuçta Sırbistan sınır kapısına vadık, pasaportu ve ruhsatı sınır görevlisine uzattım.
- Sırpça bir şeyler söylüyor
. İngilizce bir şey anlamadığımı söyledim.
-İngilizce Türk'müsünüz?
.Evet
-Türkiye'den mi geldiniz?
.Evet
-Nereye gidiyorsunuz?
.Saraybosna'ya ve oradan İstanbul'a döneceğiz.
-Didem kim?
*Benim
-Sırbistan'a ilk kez mi geliyorsunuz?
*Evet
-Ne iş yapıyorsun?
.Ekonomistim
- Türkler genelde İngilizce konuşmak istemiyorlar
.Bilmiyorlardır, bilseler konuşurlar
-Yok konuşmuyorlar
.Fransızlar için derler İngilizce konuşmuyorlar diye
-İyi yolculuklar

Bir hışımla Sırbistan topraklarını geçtik ve şaşkın bakışlar altında Bosna gümrüğüne vardık. İşlemlerimiz yapıldı ve yaklaşık 10 km kadar gittik Good Bye Serbia şeklinde bir tabela! Anlayabilmek mümkün değil, sonra bir polis çevirmesi daha, şaşılacak bir şey varsa pasaportu görenlerin yelkenleri suya iniyor :)
Hayatımda geçmediğim kadar tünel geçerek gece saat 22:00 civarlarında Saraybosna Grand Hotel'de yatağımızdaydık. Nasıl uyuduk bilemiyoruz, uyandık koştur koştur havalimanı, rent a car'cı Maide dedi ki uçağınızın 2 saat rötarı var, aceleye gerek yok. Olmasa şaşardım :)
Saat 08:50 uçağımız 11:30 itibarı ile kalktı ve öğleden sonra İstanbul'a indik. Dileğim ülkemizde birlik ve beraberlik ve huzur ortamı dünya son bulana kadar daim kalsın.



9 Ekim 2013 Çarşamba

Son halife Abdülmecid'in tablosu satılmış.

"Avludaki Kadınlar" isimli tablo 1,600,000 .-TL bedelle satılmış.



21700550.jpg

3 Ekim 2013 Perşembe

Arçelik - Beko teşekkür

Bugün Arçelik - Beko çağrı merkezini de aradım, yaklaşık 2 ay kadar önce evi taşıdığımız için klimayı söktürüp yeni evde montajını yaptırmıştım. Son 2 gündür hava çok soğuk ve rüzgarlı, evin içine bir uğultu geliyor, biraz dinlediğimde klimanın dışarı ile bağlantı yapılan yerinde izolasyonunun yapılmadığını gördüm. Beko çağrı merkezini aradım, sorunumu anlattım kayıt aldılar saat 13:00 idi ve 13:40 itibarı ile servis geleceğini bildirmek için aradı.

Daha önce de bir montaj sorunu yaşamıştım ve yine anında müdahale edilmişti. Aynı gün içerisinde çağrı merkezi tekrar aradı, problemin çözülüp çözülmediğini  ve çözümden memnun muyum sordu, memnun olduğum bilgisini verdim teşekkür ettim. Sonrasında kurum içerisinde başka bir birimden tekrar arandım, aldığım servis hizmeti ve çağrı merkezinden memnuniyetim soruldu, çok teşekkür ettim.

Samsung Buzdolabı değişimi yılan hikayesi Bugün 22 Ekim 2013 henüz bir gelişme yok

Dün aradığım çağrı merkezindeki yetkili, sizin buzdolabı değişim sürecinde ancak aynı model üretilmediğinden değiştirilemiyor, eğer fark öderseniz bir üst modeli alabilirisiniz dedi :) Ben buzdolabını alalı 1 yıl oldu belki, o zaman ödediğim parayla nasıl yeni ve üst model alabilirim. Samsung firması benimle dalga geçiyor.


Samsung buzdolabı - macera sürüyor

Geçtiğimiz hafta Pazartesi günü Samsung Genel Merkezi tarafından değişiminin sağlanacağı söylenilen sorunlu  buzdolabı ile ilgili olarak Samsung Bakırköy Servisi MTA Elektronik'ten bir telefon aldım, arayan kişi ve kişilerle diyaloglarımız;

MTA Servis: Buzdolabınız için ücret iadesi yapılmasına karar verildi. 
Ben            : Değişim istiyorum, Merkez  bana bu değişimle ilgili model önerdii ve bu model üzerinde anlaştık, sanırım bir hata oldu.
MTA Servis: Konuyu araştıracağız,

Telefonu kapattık, üzerinden sanırım 1 gün geçti bir arama geldi;

Telefondaki şahıs : MTA Servis'ten arıyoruz, müsaitseniz gelip buzdolabınızı alacağız
Ben                      : Ne maksatla alacaksınız, değişim mi yapacaksınız?
Telefondaki şahıs : Hayır ücret iadesi yapacağız
Ben                  : Ücret iadesi istemiyorum, yeni bir buzdolabı istiyorum..Siz buzdolabını alınca ben içindekileri ne yapacağım? Üstelik                                                     Samsung Merkez'le yaptığım görüşmede değişim yapılacağı söylendi.
Telefondaki şahıs : Biz konuyu araştırıp 5 dakika sonra size dönelim 
Ben                      : Peki

Aradan geçen bir kaç günden sonra konuyu bir tekrar sorayım dedim ve önce merkezi aradım oradaki Halkla İlişkiler Yöneticisi olan şahsa ulaşamadım, başka bir arkadaşla görüştüm. Konuyu araştırıp bana döneceğini söyledi :)
Aradan bir gün geçti bu sefer çağrı merkezini aradım, sıkıntımı anlattım dinledi sonra sizi çok kısa süre hatta bekleteceğim dedi, 10  dakika kadar geçti hatta beklediğim için  teşekkür etti, sonra ;

Çağrı Merkezi görevlisi 1: Ünal Bey sizi duyamıyorum siz beni duyabiliyorsanız tekrar arayın.
3 kez tekrarladı ve kapattı.

Bugün tekrar çağrı merkezini aradım, 

Ben                                 : Dün aradım sorunumu anlattım sonrasında arkadaş sesimi duyamadığımı söyleyip telefonu kapattı.
Çağrı Merkezi görevlisi 2 : Ben hemen konuyu araştırıyorum, sizi çok kısa hatta bekeleteceğim, yaklaşık 10 dakika sonra
Sizi duyamıyorum, sesinizi alamıyorum,siz beni duyuyorsanız tekrar arayın.

Ben                                  : Sesimi duyabiliyor musunuz?
Çağrı Merkezi görevlisi 3 : Evet
Ben                                  : Net mii?
Çağrı Merkezi görevlisi 3 : Evet, buyrun
Ben                                 : Daha önce 2 arkadaş sesimi duyamayıp telefonu yüzüme kapattılar da
Çağrı Merkezi görevlisi 3 : Hatlardan kaynaklanmıştır
Ben                                 : Sorunum böyleyken böyle
Çağrı Merkezi görevlisi 3 : Tamam sizin ürün değişim sürecinde
Ben                                  : Lütfen kayda alın böyle saçma bir servis anlayışı olmaz, bu değişim işini aylardır çözemediniz, en sonunda firmanızı dava edecem. Lütfen gerekli yerlere konu ile ilgili bilgilendirme yapın
Çağrı Merkezi görevlisi 3 : Yöneticilerime bilgilendirme yapacam
Ben                                 : Dinlediğiniz için teşekkür ederim, sorunumu çözemediniz ama en azından gazımı aldınız.

Bunun üzerine aşağıdaki yazıyı Samsung Facebook sayfasına yazdım;
yorum
 Samsung'dan ürün alacak olanlara bilhassa buzdolabı alacak olanlara tavsiyem şudur; Samsung ürünü almayın, ben bir hata yaparak Samsung buzdolabı aldım, yaşadıklarımı blogumdan takip edebilirsiniz, ben böyle koordinasyonsuz, böyle ne yaptığını bilmeyen şirket görmedim..Ürünleri kaliteli, fiyatları rakiplerine göre ucuz ama ataların dediği gibi ucuz etin yahnisi yavan oluyor  Kanımca servis verme çabası olmadığından, işin gerektirdiği çapta servis ağını kurmamışlar dolayısıyla maliyetleri aşağı çekmişler. Sanayi bakanlığının ürünlerin tüketiciye bu şekilde sunulmasına ve tüketicinin mağdur olmasına neden sebebiyet verdiğini de anlamak mümkün değil.


Bu konu ile ilgili yapılabilecek tek şey hukuki yollardan hakkını aramak, bu durumda karşınızda dünya devi bir kurum ve onun artık kaç tane olduğu belli olmayan avukatları var ve de canım Türkiye'min inanılmaz hızlı ve etkin çalışan mağdurların her zaman yanında yer alan vatandaşını hiç bir yerel ve küresel sermayeye ezdirmeyen hukuk sistemi var..