Günlük hayatımızın olağan akışından uzaklaştığı noktalarda, kayda değer bulunan ışıltıların zihnimdeki yansımaları, bir günlük değil eksikleriyle akılda kalanlar.
▼
17 Aralık 2013 Salı
Muhteşem Gatsby
The Great Gatsby filmin orijinal adı, başrollerde Leonardo Di Caprio oynuyor, şu bir gerçek bazı oyuncuların ve bazı yönetmenlerin kötü filmi yok..Örneğin Tom Hanks'de benim için bu aktörlerden birisi, yönetmenler ise Francis Ford Coppola, Stanley Kubric, Steven Spielberg, sinemaya şahaserler kazandırmış büyük yönetmen Quentin Tarantino sayılabilir. Bu filmde anlatılan hikayeden çok beni etkileyen 1921 yılındaki Amerika ve ülkemizin o gün içinde bulunduğu koşullar. Bu filmle aramızda kaç yıllık bir gelişme farkı olduğu konusunda bir fikir sahibi olabilir ve hamasi fikirlerinizi (eğer varsa) yeniden gözden geçirebilirsiniz..
15 Aralık 2013 Pazar
Benim Adım Khan
Son zamanlarda izlediğim en güzel filmlerden bir tanesi, orijinal adı My Name is Khan, 2010 yılında vizyona girmiş başrollerini Shahrukh Khan ve Kajol tarafından paylaşılıyor. Mutlaka izlenilmesi gereken bir film ancak bir kötü yönü sizi sarsması ve çok ağlatması olacaktır.
14 Aralık 2013 Cumartesi
Yeni izlediğim filmler
Kaptan Philips - Tom Hanks başrollerde, güzel bir film ama çok da güzel değil. İzlerken sıkılmazsınız ama sinemada izlenilecek film değil. Tipik bir amerika propogandası.
Tamam mıyız? Çağan Irmak filmi. İstinye Park Cinemaximum'da izledim. Seyirciyi ağlatabilmek için çok kasmış. Oyunculardan gay karakterini oynayan çocuğun performansını beğendim. Başarılı bir hikaye yok, karakterler oturmamış. Sinemada izlenmeye değer bulmadım.
Açlık Oyunları - The Hunger Games İstinye Park Cinemaximum'da izledim. Pek başarılı olduğunu söyleyemem. Sıkıcı da değil ama sinemada izlenmeye değmez.
Tamam mıyız? Çağan Irmak filmi. İstinye Park Cinemaximum'da izledim. Seyirciyi ağlatabilmek için çok kasmış. Oyunculardan gay karakterini oynayan çocuğun performansını beğendim. Başarılı bir hikaye yok, karakterler oturmamış. Sinemada izlenmeye değer bulmadım.
Açlık Oyunları - The Hunger Games İstinye Park Cinemaximum'da izledim. Pek başarılı olduğunu söyleyemem. Sıkıcı da değil ama sinemada izlenmeye değmez.
11 Aralık 2013 Çarşamba
Kar
Bugün uzun zamandır beklenilen kar yağdı. Sabah site içerisinde yerde 10 cm civarında bir karla karşılaştım, 4 adet kar lastiğini pazar günü Bridgestone bayisinde takdırdığım için problemsiz bir şekilde yola çıktım. Otoyol her zaman olduğu gibi kalabalıktı dura kalka 2 saatlik bir yolculukla 10:30 gibi ofise varabildim. Bir ara kar yağışının doluya dönmesi ile sıkıntılı bir sürüş yaşadıysam da genel olarak başarılıydı. Şunu söyleyebilirim, kar lastiği güzel bir şeymiş :)
10 Aralık 2013 Salı
10 Aralık Dünya insan hakları gününüz kutlu olsun!
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu'nun
Haziran 1948'de hazırladığı ve birkaç değişiklik yapıldıktan sonra 10 Aralık
1948'de, BM Genel Kurulu'nun Paris'te yapılan oturumunda
kabul edilen 30 maddelik bildiridir.
Bildirinin imzalandığı 10 Aralık, Dünya İnsan Hakları Günü olarak kutlanır.
Önsöz
İnsanlık ailesinin bütün üyelerinde bulunan haysiyetin ve bunların eşit ve devir kabul etmez haklarının tanınması hususunun, hürriyetin, adaletin ve dünya barışının temeli olmasına,
İnsan haklarının tanınmaması ve hor görülmesinin insanlık vicdanını isyana sevkeden vahşiliklere sebep olmuş bulunmasına, dehşetten ve yoksulluktan kurtulmuş insanların, içinde söz ve inanma hürriyetlerine sahip olacakları bir dünyanın kurulması en yüksek amaçları oralak ilan edilmiş bulunmasına,
İnsanin zulüm ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya mecbur kalmaması için insan haklarının bir hukuk rejimi ile korunmasının esaslı bir zaruret olmasına,
Uluslararasında dostça ilişkiler geliştirilmesini teşvik etmenin esaslı bir zaruret olmasına,
Birleşmiş Milletler halklarının, Antlaşmada, insanın ana haklarına, insan şahsının haysiyet ve değerine, erkek ve kadınların eşitliğine olan imanlarını bir kere daha ilan etmiş olmalarına ve sosyal ilerlemeyi kolaylaştırmaya, daha geniş bir hürriyet içerisinde daha iyi hayat şartları kurmaya karar verdiklerini beyan etmiş bulunmalarına,
Üye devletlerin, Birleşmiş Milletler Teşkilatı ile işbirliği ederek insan haklarına ve ana hürriyetlerine bütün dünyada gerçekten saygı gösterilmesinin teminini taahhüt etmiş olmalarına,
Bu haklar ve hürriyetlerin herkesçe aynı şekilde anlaşılmasının yukarıdaki taahhüdün yerine getirilmesi için son derece önemli bulunmasına göre,
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu,
İnsanlık topluluğunun bütün fertleriyle uzuvlarının bu beyannameyi daima gözönünde tutarak öğretim ve eğitim yoluyla bu haklar ve hürriyetlere saygıyı geliştirmeye, gittikçe artan milli ve milletlerarası tedbirlerle gerek bizzat üye devletler ahalisi gerekse bu devletlerin idaresi altındaki ülkeler ahalisi arasında bu hakların dünyaca fiilen tanınmasını ve tatbik edilmesini sağlamaya gayret etmeleri amacıyla bütün halklar ve milletler için ulaşılacak ortak ideal olarak işbu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni ilan eder.
Madde 1
Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidirler.
Madde 2
Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer herhangi bir akide, milli veya içtimai menşe, servet, doğuş veya herhangi diğer bir fark gözetilmeksizin işbu Beyanname’de ilan olunan tekmil haklardan ve bütün hürriyetlerden istifade edebilir.
Bundan başka, bağımsız memleket uyruğu olsun, vesayet altında bulunan, gayri muhtar veya sair bir egemenlik kayıtlamasına tabi ülke uyruğu olsun, bir şahıs hakkında, uyruğu bulunduğu memleket veya ülkenin siyasi, hukuki veya milletlerarası statüsü bakımından hiçbir ayrılık gözetilmeyecektir.
Madde 3
Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti her ferdin hakkıdır.
Madde 4
Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz; kölelik ve köle ticareti her türlü şekliyle yasaktır.
Madde 5
Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayriinsani, haysiyet kırıcı cezalara veya muamelelere tabi tutulamaz.
Madde 6
Herkes her nerede olursa olsun hukuk kişiliğinin tanınması hakkını haizdir.
Madde 7
Kanun önünde herkes eşittir ve farksız olarak kanunun eşit korumasından istifade hakkını haizdir. Herkesin işbu Beyanname’ye aykırı her türlü ayırdedici mualeleye karşı ve böyle bir ayırdedici muamele için yapılacak her türlü kışkırtmaya karşı eşit korunma hakkı vardır.
Madde 8
Her şahsın kendine anayasa veya kanun ile tanınan ana haklara aykırı muamelelere karşı fiilli netice verecek şekilde milli mahkemelere müracaat hakkı vardır.
Madde 9
Hiç kimse keyfi olarak tutuklanamaz, alıkonulanamaz veya sürülemez.
Madde 10
Herkes, haklarının, vecibelerinin veya kendisine karşı cezai mahiyette herhangi bir isnadın tespitinde, tam bir eşitlikle, davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından adil bir şekilde ve açık olarak görülmesi hakkına sahiptir.
Madde 11
- Bir suç işlemekten sanık herkes, savunması için kendisine gerekli bütün tertibatın sağlanmış bulunduğu açık bir yargılama ile kanunen suçlu olduğu tespit edilmedikçe masum sayılır.
- Hiç kimse işlendikleri sırada milli veya milletlerarası hukuka göre suç teşkil etmeyen fiillerden veya ihmallerden ötürü mahkum edilemez. Bunun gibi, suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha şiddetli bir ceza verilemez.
Madde 12
Hiç kimse özel hayatı, ailesi, meskeni veya yazışması hususlarında keyfi karışmalara, şeref ve şöhretine karşı tecavüzlere maruz bırakılamaz. Herkesin bu karışma ve tecavüzlere karşı kanun ile korunmaya hakkı vardır.
Madde 13
- Herkes herhangi bir devletin sınırları dahilinde serbestçe dolaşma ve yerleşme hakkına haizdir.
- Herkes, kendi memleketi de dahil, herhangi bir memleketi terketmek ve memleketine dönmek hakkına haizdir.
Madde 14
- Herkes zulüm karşısında başka memleketlerden mülteci olarak kabulü talep etmek ve memleketler tarafından mülteci muamelesi görmek hakkına haizdir.
- Bu hak, gerçekten adi bir cürüme veya Birleşmiş Milletler prensip ve amaçlarına aykırı faaliyetlere müstenit kovuşturmalar halinde ileri sürülemez.
Madde 15
- Her ferdin bir uyrukluk hakkı vardır.
- Hiç kimse keyfi olarak uyrukluğundan ve uyrukluğunu değiştirmek hakkından mahrum edilemez.
Madde 16
- Evlilik çağına varan her erkek ve kadın, ırk, uyrukluk veya din bakımından hiçbir kısıtlamaya tabi olmaksızın evlenmek ve aile kurmak hakkına haizdir. Her erkek ve kadın evlenme konusunda, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit hakları haizdir.
- Evlenme akdi ancak müstakbel eşlerin serbest ve tam rızasıyla yapılır.
- Aile, cemiyetin tabii ve temel unsurudur, cemiyet ve devlet tarafından korunmak hakkını haizdir.
Madde 17
- Her şahıs tek başına veya başkalarıyla birlikte mal ve mülk sahibi olmak hakkını haizdir.
- Hiç kimse keyfi olarak mal ve mülkünden mahrum edilemez.
Madde 18
Her şahsın, fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır; bu hak, din veya kanaat değiştirmek hürriyeti, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca, açık olarak veya özel surette, öğretim, tatbikat, ibadet ve ayinlerle izhar etmek hürriyetini içerir.
Madde 19
Her ferdin fikir ve fikirlerini açıklamak hürriyetine hakkı vardır. Bu hak fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, memleket sınırları mevzubahis olmaksızın malümat ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek veya yaymak hakkını içerir.
Madde 20
- Her şahıs saldırısız toplanma ve dernek kurma ve derneğe katılma serbestisine maliktir.
- Hiç kimse bir derneğe mensup olmaya zorlanamaz.
Madde 21
- Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.
- Her şahıs memleketin kamu hizmetlerine eşitlikle girme hakkını haizdir.
- Halkın iradesi kamu otoritesinin esasıdır; bu irade, gizli şekilde veya serbestliği sağlayacak muadil bir usul ile cereyan edecek, genel ve eşit oy verme yoluyla yapılacak olan devri ve dürüst seçimlerle ifade edilir.
Madde 22
Her şahsın, cemiyetin bir üyesi olmak itibariyle, sosyal güvenliğe hakkı vardır; haysiyeti için ve şahsiyetinin serbestçe gelişmesi için zaruri olan ekonomik, sosyal ve kültürel hakların milli gayret ve milletlerarası işbirliği yoluyla ve her devletin teşkilatı ve kaynaklarıyla mütenasip olarak gerçekleştirilmesine hakkı vardır.
Madde 23
- Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.
- Herkesin, hiçbir fark gözetilmeksizin, eşit iş karşılığında eşit ücrete hakkı vardır.
- Çalışan her kimsenin kendisine ve ailesine insanlık haysiyetine uygun bir yaşayış sağlayan ve gerekirse her türlü sosyal koruma vasıtalarıyla da tamamlanan adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır.
- Herkesin menfaatlerinin korunmasi için sendikalar kurmaya ve bunlara katılmaya hakkı vardır.
Madde 24
Her şahsın dinlenmeye, eğlenmeye, bilhassa çalışma müddetinin makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.
Madde 25
- Her şahsın, gerek kendisi gerekse ailesi için, yiyecek, giyim, mesken, tıbbi bakım, gerekli sosyal hizmetler dahil olmak üzere sağlığı ve refahını temin edecek uygun bir hayat seviyesine ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, ihtiyarlık veya geçim imkânlarından iradesi dışında mahrum bırakacak diğer hallerde güvenliğe hakkı vardır.
- Ana ve çocuk özel ihtimam ve yardım görmek hakkını haizdir. Bütün çocuklar, evlilik içinde veya dışında doğsunlar, aynı sosyal korunmadan faydalanırlar.
Madde 26
- Her şahsın öğrenim hakkı vardır. Öğrenim hiç olmazsa ilk ve temel safhalarında parasızdır. İlköğretim mecburidir. Teknik ve mesleki öğretimden herkes istifade edebilmelidir. Yüksek öğretim, liyakatlerine göre herkese tam eşitlikle açık olmalıdır.
- Öğretim insan şahsiyetinin tam gelişmesini ve insan haklarıyla ana hürriyetlerine saygının kuvvetlenmesini hedef almalıdır. Öğretim bütün milletler, ırk ve din grupları arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu teşvik etmeli ve Birleşmiş Milletler’in barışın idamesi yolundaki çalışmalarını geliştirmelidir.
- Ana baba, çocuklarına verilecek eğitim türünü seçmek hakkını öncelikle haizdirler.
Madde 27
- Herkes, topluluğun kültürel faaliyetine serbestçe katılmak, güzel sanatları tatmak, ilim sahasındaki ilerleyişe iştirak etmek ve bundan faydalanmak hakkını haizdir.
- Herkesin yarattığı, her türlü bilim, edebiyat veya sanat eserlerinden mütevellit manevi ve maddi menfaatlerin korunmasına hakkı vardır.
Madde 28
Herkesin, işbu Beyanname’de derpiş edilen hak ve hürriyetlerin tam tatbikini sağlayacak bir sosyal ve milletlerarası nizama hakkı vardır.
Madde 29
- Her şahsın, şahsiyetinin serbest ve tam gelişmesi ancak bir topluluk içinde mümkündür ve şahsın bu topluluğa karşı görevleri vardır.
- Herkes, haklarının ve hürriyetlerinin kullanılmasında, sadece, başkalarının haklarının ve hürriyetlerinin gereğince tanınması ve bunlara saygı gösterilmesi amacıyla ve ancak demokratik bir cemiyette ahlâkın, kamu düzeninin ve genel refahın haklı icaplarını yerine getirmek maksadıyla kanunla belirlenmiş sınırlamalara tabi tutulabilir.
- Bu hak ve hürriyetler hiçbir veçhile Birleşmiş Milletler’in amaç ve prensiplerine aykırı olarak kullanılamaz.
Madde 30
İşbu Beyanname’nin hiçbir hükmü, herhangi bir devlete, zümreye ya da ferde, bu Beyanname’de ilan olunan hak ve hürriyetleri yoketmeye yönelik bir faaliyete girişme ya da eylemde bulunma hakkını verir şekilde yorumlanamaz.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi tarihte en çok tercüme edilmiş bir dökümandır. 300’ün üzerinde farklı dillerdeki versiyonları Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komisyon Üyeliğinde bulunmaktadır.
Bu Türkçe versiyonu, İnsan Hakları Koordinasyonu Üst Kurulu tarafından tercüme edilmiştir.
http://www.unicef.org/turkey/udhr/_gi17.html sitesinden alıntıdır.
24 Kasım 2013 Pazar
Öğretmenler günü kutlu olsun
Türkiye’de her yıl 24 Kasım, Öğretmenler Günü olarak kutlanır. Bu, 1981 yılında başlamış bir uygulamadır.
24 Kasım 1928, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün "Millet Mektepleri’nin Başöğretmenliği"ni kabul ettiği gündür. Bakanlar Kurulu, Mustafa Kemal Atatürk’e "Millet Mektepleri Başöğretmenliği" ünvanını 11 Kasım 1928’de yaptığı toplantıda vermiş ve bu ünvan, 24 Kasım’da Millet Mektepleri Talimatnamesi'nin yayınlanması ile resmileşmişti.
Atatürk'ün 100. doğum yıl dönümü olan 1981 yılında, onun
"başöğretmen" oluşunun yıl dönümlerinde ülke çapında
Öğretmenler Günü kutlanmasına karar verildi.
20 Kasım 2013 Çarşamba
Osmanlı ve Bilim
TÜRK
MUCİZESİ
Cumhuriyet 90
Yaşında
Turgut Özakman
Büyük Üstat Sayın Turgut
Özakman’ın Temmuz 2013 tarihinde kaleme aldığı Cumhuriyet ile ilgili bu son
yazısını okumanız temennisiyle
Cumhuriyet 90.Yaşında
Turgut Özakman
Milli Mücadele’yi gerektiği kadar
bilmeden, Osmanlı devletinin külünden yaratılan bu yeni devletin ve rejimin
kuruluş hikâyesini, felsefesini, gerekçesini, nedenlerini ve amacını anlamak,
kavramak, sindirmek, bu oluşumun bilincine varmak mümkün değildir.
Osmanlı
Devletinin neden ve nasıl yıkıldığını da iyi bildiğimizi söyleyemeyiz..
Durum, bu iki
konuda halkımızı başarılı şekilde bilgilendirmediğimizi göstermektedir. Var
olan bilgi düzeyi ile sağlıklı bir tarih bilincinin oluşması zor, günü
yorumlamak, geleceği kestirmek daha da zor.
Cumhuriyeti,
yani Türk Rönesans’ını, aydınlanmasını, kurtuluşu anlatmak istiyorum. Bunun
için hızlı bir tarih yolculuğu yapmak gerekiyor.
Akıl Batıda
şöyle bir süreçten geçmiştir.
Akıl antik
çağda özgürdü. Hristiyanlığın doğuşundan sonra, özellikle orta çağda Katolik
Kilisesi aklın özgürlüğüne son verdi, aklı denetimi altına aldı. Kilise
Babalarının ileri sürdüğü görüşler, tek doğru olarak kabul edilir, tartışılmaz.
Tartışmaya kalkışanların hayatları tehlikeye girer. Engizisyon dönemi özellikle
aklı özgürleştirmek için başlayan kıpırtılara karşı Kilisenin tepkisidir. Kim
bilir kaç kişi işkence gördü, kaç kişi zindanlara atıldı, kaç kişi yakıldı.
Buna karşılık
İslamiyet aklı yüceltmiş, Doğuda bilim hayatını canlandırmıştı. Bu, Doğu
Rönesans’ıdır. Bu dönem Farabi gibi, İbn-i Sina gibi, İbn-i Rüşt ve benzerleri
gibi büyük bilginler dönemidir. Çalışmalarının etkileri Batıya da yayılıyordu.
Fakat İslam Rönesans’ı uzun sürmeyecek, 12. yüzyılda enerjisini yitirmeye
başlayacaktır.
Osmanlı
Devleti bu sırada kurulur.
Orta çağa özgü
bütün imkânları iyi kullanarak, adım adım güçlü, zengin, önemli bir devlet
olur. Üç kıtaya yayılır. İstanbul'u alır. En büyük gemileri Osmanlılar yapıyor,
en büyük topları Osmanlılar döküyordu. En güçlü ordu Osmanlı ordusu idi. Askeri
örgütleri örnek oluşturan bir nitelikteydi. İlginç bir toprak rejimi
kurmuşlardı. Başka din mensuplarına hoşgörü ile bakıyorlardı. Bu, o çağdaki
bütün devletlerden ayıran büyük bir özellikti. Medreselerde, dini bilgiler
yanında, tıp, astronomi ve matematik de öğretiliyordu. Gittikçe gelişen bir
mimari, musiki, şiir hayatları vardı. Çinicilik çok gelişmişti. Fakat halkın
eğitimi için özel bir çaba harcanmaz. Buna ihtiyaç duyulmaz. Osmanlılarda
anavatan düşüncesi de yoktur. Bu nedenle Anadolu'ya önem verilmez, bakımsız,
yoksul bırakılır. Devleti kuran, korumak için gerektikçe kanını döken Türkler
de arka plana itilir. Ön planda devşirmeler yer alır. İlk iki padişah dışında
hiç biri bir Türk’le evlenmez. Padişah anneleri Çerez, Abaza, Rus vb.dir. Buna
karşılık Türkçe, devletin kurucu dili olarak, varlığını korur.
Kilise gerçeği
bulma tutkusunu, doğayı, insanı, dünyayı, evreni araştırmayı, deneyi, kısacası
aklın özgürlüğünü, araştırıcılığını, bilimselliği durduramıyordu. Bilim
adamlarının, düşünürlerin ve o dönemin cesur üniversitelerinin önünde, adım
adım geriler. Sonunda akıl çağına geçilir. Böylece Batı, İtalya’dan başlayarak
Rönesans’ı, hümanizmayı, kısacası aydınlanmayı yaşamaya başlar. Bu, insanlık
tarihinin en büyük dönemeci, en büyük devrimidir.
Orta çağa özgü
bütün bilgiler elden geçirilip yenilenir, bilim dallarında devrimler, buluşlar,
deneyler birbirlerini kovalar. 16.Yüzyıl sonu ile 17.Yüzyıl bilimin ve sanatın
zafer çağıdır.
Avrupa
aydınlığa, bilimselliğe, sanatta yeni ufuklara, buluşlara, yaratılara,
özgürlüğe, sanayi devrimine yol alırken, sınırlarının az ötesinde, Batılı
bilginler ve düşünürler, bilim ve düşünce dünyasını sarsarlarken, Osmanlılar ne
yapıyorlardı?
Sınırdaş
oldukları için Batıdaki değişimi elbette fark etmişlerdi ama önemsemezler.
Osmanlı toplumu yaşayış tarzı ve düşünce hayatı bakımından içe dönük bir
toplumdur. Genel olarak kendi kültürünü, hayat ve düşünüş tarzını beğenir,
başkalarını ilgiye değer bulmaz. Bu nedenle gelişme ve değişmelerden
yararlanmayı düşünmez. Küçük bir merak bile duymaz. Kendini yenilemeyi, çağa
ayak uydurmayı başaramadığı için gittikçe çağ dışı kalacaktır. Batıda medreseler
üniversitelere dönüştürülürken, Osmanlıda medreselerden müsbet bilimler
uzaklaştırılır.
Medreselerde
yalnız din bilgisi verilir. Osmanlı bilim ve düşünce dünyası akla, bilimsel
kuşkuya, araştırma ve incelemeye dayanmayan, eskilerin verdiği bilgilerle
yetinen, onları tekrar eden sığ bir anlayış içinde donup kalır. Bu gerileyiş şu
sonuca varır: İnanç aklın önüne geçer, merak, kuşku, araştırma ihtiyacı, icat
ve keşif duygusu, yerini tevekküle bırakır. Doğa olayları Allah’ın hikmeti
olarak değerlendirilir, nedenleri araştırılmaz, kurcalanmaz. Bazı konuları
irdelemek Allaha saygısızlık olarak kabul edilir.
Oysa tarihin
bu dönemi öyle bir dönemdir ki durmak, çağdışı kalmak ve çürümek demektir.
Batılı büyük
devletler dünya denizlerine buharla, sonra petrolle işleyen gemileriyle egemen
olurken, ülkelerini demiryollarıyla donatırken, ağır sanayilerini kurarken,
halkın eğitimine büyük önem verirken, Osmanlı gittikçe gerileyerek, ufalarak,
çağdışı kalarak, sürekli yenilerek, son yüzyılını ‘hasta adam’ olarak geçirdi.
Sonunda tarih
sahnesinden silindi.
Tarihte
20.Yüzyıla kadar yaşamış bir büyük devletin bu kadar zayıfladığı, çağ dışı
kaldığı hiç örneği olmayan bir olgudur. Bunu geri kalışın, yoksulluğun ve
ilkelliğin sorumluları, Osmanlıyı parçalamak için türlü düzenler çeviren büyük
devletlerle birlikte, ufuksuz Osmanlı yöneticileridir.
Bu gerileyişin
ve yıkımın nedenlerini doğru ve iyi öğrenmeden, Osmanlı’nın son iki – üç yüzyıl
neden savaş alanında, diplomaside, bilimde, sanayide, ekonomide, siyasette, eğitimde,
sağlıkta sürekli yenildiği, yöneticilerin ve aydınların neden Avrupa karşısında
aşağılık duygusu içinde kaldıkları anlaşılamaz.
Bir büyük
devlet birkaç nedenle yıkılmaz. Birbirine bağlı birçok nedeni vardır. Ben ana
nedenleri temsil ettiğini düşündüğüm birkaç örnek vermek istiyorum. Örneklere
bakarak genel durumumuzu anlayabiliriz.
Matbaa 1454
yılı buluşudur. Yahudiler ve Hıristiyanlar bir süre sonra İstanbul’da matbaalar
kurup kitaplar basabilmişlerdir. Ama matbaa Müslümanlara yasaktır. Ancak 275
yıl sonra 1729’da Türkçe kitap basılması caiz görülecek, din kitapları
basılması ise daha uzun zaman yasak olacaktır.
Aradaki fark
şöyle:
1729’dan 1830
yılına kadarki 100 yıl içinde Osmanlı’da sadece 180 kitap basılmıştır. Batıda
ise 1454 yılından 1500 yılına kadar ki 46 yıl içinde basılan kitap sayısı 40
000’dir.
Batı dünyası
ile Osmanlı dünyası arasında bu aşamada 39.820 kitap fark var ! Kısacası 300
yıl.
Rahmetli
Atatürk diyor ki:
“İstanbul’u
fetheden kudret, yaklaşık olarak o yıllarda icat edilmiş olan matbaanın
Türkiye’ye girmesini sağlayamamış, bağnazların uğursuz direncini yenmeyi
başaramamıştır.”
***
Astronom
Takyettin Efendi Padişaha dilekçe vererek rasathane kurmak için izin ve yardım
diler. Bu dilek uygun görülür. Tophane sırtında bir rasathane yapılır.
Şeyhülislam Ahmet Şemsettin Efendi Padişaha 'göğü incelemenin, rasat yapmanın
uğursuzluk getireceği' yolunda bir şikâyette bulunur. Bu şikâyette Şeyhülislam
diyor ki:
' Göklerin
sırlarını küstahça sına öğrenmeye cüret etmenin akıbeti iyi değildir. Nerede
bir rasathane kurulduysa orada devlet binası yerle bir olmuştur.'
Padişah
dehşete kapılır. Rasathane bir gece içinde yıkılır.
Bu olayın
tarihi 1579'dur.
***
Bu tarihlerde
Osmanlı toplumunda astronomi bu talihsizliği yaşarken, yıldız falcılığı önemli
bir kurum olup çıkmıştır. Zamanla neredeyse müneccimlere danışılmadan hiçbir
işe girişilmez. Müneccimbaşı sarayın önemli bir görevlisi olur. Osmanlı ordusu
1716'da Petervaradin'de bozguna uğrayınca, bu yenilgi yıldız hesaplarının iyi
yapılmayışına bağlanır.1
1 Petervaradin savaşında şehit düşen Damat Ali Paşanın
malları müsadere edilir. Zengin bir kitaplığı vardır. Şeyhülislam bu
kitaplardan felsefe, eski çağ tarihi ve astronomiye ait olanların genel
kitaplıklara konulmasını uygun bulmaz, yasaklar. Bağnazlık aklın önüne
geçmiştir.
III.Mustafa
1757 yılında tahta çıkmıştır. İlerici padişahlar arasında sayılır. Batının
gelişmesini hasetle izler. Tehlikenin farkına varmıştır. Padişaha göre Batının
bu gelişmesinin nedeni daha iyi müneccimlere sahip olmasıdır. O zamanki Fransız
Elçisi diyor ki:
"Padişah
Fransızların müneccimler vasıtasıyla geleceği öğrendiklerine inanmıştı. Bunun
tersine bir türlü ikna olmuyordu. Bu kadar acayip bir hurafeyi yıkmak için
elimden geldiği kadar boşuna çalıştım."
Padişah yüzünü
gittikçe geliştiğini duyduğu Prusya'ya çevirir.
Ordunun
yenilgileri bu iyi kalpli Padişahı üzmektedir. Ciddi önlemler almaya karar
verir. Ahmet Resmi Efendi adlı birini Prusya Kralı Büyük Frederik'e yollar,
Kraldan 3 iyi müneccim istemeye memur eder. Amacı bu usta müneccimler sayesinde
girişimleri için uğurlu gün ve saatleri belirlemek ve iyi komutan
seçebilmektir. Artık yenilmek istememektedir. Büyük Fraderik'in yanıtı ünlüdür:
1. Tarih
okumak ve eski deneylerden yararlanmak,
2. İyi bir
orduya malik olmak,
3. Hazineyi
dolu tutmak.
Kral Ahmet
Resmi Efendiye kendisinin üç münecciminin bunlar olduğunu söyleyecektir.
Osmanlı
Padişanın müneccim istediği sırada büyük düşünür Kant Prusya'da yaşamaktadır.
Filozof Voltaire Büyük Frederik'in danışmanıydı.
Bilgi ve zekâ
düzeyimizi düşünün.
***
Osmanlı bilim
hayatından Piri Reis gibi bir yıldız geçmiştir. Büyük bir denizci ve
haritacıdır.
Ama bakınız
neler olur.
Duvar
haritaları, atlaslar Damat Sait Paşayı çok kızdırır. Bunların bir tür resim
olduğunu, resmin ise dince caiz olmadığını ileri sürerek, Padişaha sürekli
şikâyette bulunur. Padişah kendisini Sadrazamlığa getirince, bütün haritaları
imha ettirir.
Amiral
Spiritov'un komutasındaki Rus donanmasının Baltık denizinden harekete geçip
Osmanlı donanmasını sıkıştıracağı söylentisi yayılır. Osmanlı yönetiminin
bilgisine göre Akdeniz kapalı bir denizdir. Rus donanmasının Baltık'tan
hareketle Atlas okyanusundan dolaşarak Cebel-i Tarık'tan Akdeniz’e girebileceği
düşünülmez. Söylentiye gülüp geçerler.
Rus donanması
Cebel-i Tarık'tan Akdeniz'e geçer, Çeşme önünde, hiç bir tehlike beklemeyen
Osmanlı donanmasını bastırır ve yakar.
Bu olayın
tarihi 1770'tir.
***
XVIII. ve XIX.
Yüzyılda gerileme sürer. Plevne savunma zaferi ile övünürüz ama Rus ordusu
ilerler, Yeşilköy'e kadar gelir. Oraya bir zafer anıtı diker.
Herkes
istediği başlığı giymektedir. II.Mahmut bir birlik sağlamak için fes
giyilmesini kararlaştırdığı zaman softalar fese karşı çıkar, ayaklanırlar.
Bunların torunları da fes yasaklandığı zaman tepki gösterecekler, fesi
savunacaklardır. Okullarla büyüteç ile ateş yakmak gibi deneyler şeytan işi
sayılır. II.Mahmut devlet görevlilerinin artık pantolon ve ceket giymelerini
emreder. Kavuklu, şalvarlı, kaftanlı Osmanlı görevlilerinin yerini İstanbulin,
redingot giyen, boyun bağlı, iskarpinli, çağdaş görünüşlü yeni Osmanlılar alır.
Bu gibi yenileme çabaları yüzünden, gericiler, Padişahı "gâvur
Padişah" diye anarlar.
Gerilemeyi
durdurmak, çağa yaklaşmak, gelişmeyi sağlamak için Padişah Abdülmecit
Tanzimat'ı ilan eder. Olumlu etkileri olur ama halka yayılmaz. Tanzimat tarzı
yaşayış İstanbul ve İzmir'de bir iki semtte gerçekleşir. Eski ile yeninin
çatışması sürüp gider.
***
Osmanlı
İmparatorluğu 1886'da iflas eder. Borçları ödeyebilmek için vergileri yabancı
bir kurumun toplaması kabul edilir (Duyun-u Umumiye). Bu olgu devletin ne
durumda olduğunu anlatmaya yeter.
***
1912 Balkan
Savaşı devletin ordusu, yönetimi, morali, örgütlenişi ile bitişe yaklaştığını
gösterir. İki büyük Osmanlı ordusu, yeni kurulmuş dört küçük devletin orduları
önünde bozguna uğrar. Bulgarlar Çatalca'ya kadar gelirler. Edirne güçlükle geri
alınır.
400 yıllık
Rumeli bir ayda elden çıkmıştır. İstanbul Sağ kurtulabilen Rumeli göçmenleri
ile dolar. İstanbullular vatan kaybetmenin ne kadar acı bir olay olduğunu bu
göçmenlerden öğrenirler. Oysa kısa bir süre sonra aynı acı olayı kendileri de
yaşayacaklardır.
Dört yıl süren
1.Dünya Savaşından Osmanlı devleti yenik çıkar. Mondros ateşkes anlaşması
Sevres Antlaşmasının önsözü gibidir. İstanbul ve yer yer Anadolu işgal edilir.
İstanbul yönetimi Devletin ölüm fermanı olan Sevres Antlaşmasını imzalar (10
Ağustos 1920). Bu yönetimin niteliğini belirten bir örnek vereyim. Yunan ordusu
Uşak ve Bursa'ya doğru yürüdüğü sırada, İstanbul hükümetinin Adalet Bakanı Ali
Rüştü Efendi bir demeç vererek Müslüman Türklere diyor ki :
“Yunan
ordusunun başarısı için dua ediniz.”
Anadolu yoksul
ve cahildir. Altı yıldır savaşmaktan bitkin düşmüştür. Yeniden dört yıllık bir
savaşı daha göze alacağına kimse inanmaz. İnanmayanlar yanılırlar. Anadolu hem
emperyalistlere, hem düşmanla işbirliği halindeki İstanbul yönetimine karşı
ayaklanır.
Milli Mücadele
yurt sevgisinin emperyalizmden de, saltanattan da daha güçlü olduğunu
kanıtlayan bir destandır. Kuva-yı milliye Çanakkale ruhunun daha güçlenmiş,
daha bilinçlenmiş, daha yaygın ve coşkun bir devamıdır. Kadınlar ve erkekler,
Atatürk gibi dahi bir liderin yönetiminde dört cephede birden savaşır. Çıplak
ayak, yarım üniformalı, tüfeğinin kayışı ipten Mehmetçik ve yurdu canlarından
aziz bilen subaylar, Batının şaşkın gözleri önünde, Anadolu'yu parçalamaya,
paylarını almaya gelenlerin hepsini yenerler. Son kalıntı Yunanlıları da
İzmir'e kadar kovalar, denize dökerler.
Tarihin akışı
değişir.
Mudanya Mütareke
Anlaşması ile Trakya Meriç'e kadar geri alınır. Lozan diplomasi Tarihinin en
çetin ve başarılı örneğidir. 29 Ekim 1923'de Türkiye Büyük Millet Meclisi saat
20.30’da Cumhuriyeti ilan eder.
Gece şehirler
top sesleri ile uyanır. Bunlar cumhuriyet toplarıdır.
Osmanlı
devletinin külünden yeni bir devlet kurulmuştur.
Cumhuriyetin
600 yıllık Osmanlı Devleti’nden ve toplumundan devraldığı miras özetle
şöyledir:
Gurur, ibret
ve üzüntü verici sahnelerle dolu, renkli bir tarih,
Büyük bir
mimari birikim, zengin bir şiir ve musiki alemi,
İlke olarak
dine dayalı bir rejim,
Yorgun bir
hanedan,
Yarı sömürge
halinde, güçsüz bir devlet,
İdari,
ekonomik, mali, hukuki kapitülasyonlar,
Halk yurttaş
değil, kul,
İlkel bir
tarım toplumu,
İflas etmiş
bir maliye,
Büyük bir dış
borç,
Hasta bir
ekonomi,
Sıfır ağır
sanayi,
Cılız bir
küçük sanayi,
Kişi başına
milli gelir 4 lira,
Kişi başına
kamu harcaması 50 kuruş,
Elbise düğmesi
bile ithal ediliyor,
Sıtma, frengi,
verem, trahom yaygın,
0-2 yaş grubu
çocuklarda ölüm oranı yüzde 60,
Sadece 337
doktor bulunuyordu,
Bütün
imparatorlukta sadece 158 ortaokul ve lise, medrese uzantısı
bir tek
üniversite var,
Anadolu
çağdışı ilkel medreselerin elinde,
Tüm liselerde
okuyan kız öğrenci sayısı 230,Bütün temel meslekler erkeklerin tekelinde,
Kadının seçme,
seçilme hakkı yok, yani yurttaş sayılmıyor,
Kadınların
toplumsal hayatları ve hakları yok,
Okur-yazar
olma oranı erkeklerde yüzde 7, kadınlarda binde 4,
İstanbul ve
kısmen de İzmir’le sınırlı, ölgün bir sanat hayatı,
Bütün
Türkiye’deki gazetelerin toplam satışı ancak yüz bin dolayında,
Hemen hemen
bütün yasalar çağın gereklerinin gerisinde,
Ülke birçok
alanda ortaçağı, ortaçağ ilkelliğini yaşıyor.
İşte
Cumhuriyetin devraldığı, bazılarının özlemini çektiği Osmanlı mirası budur,
bu kadardır.
***
Cumhuriyetçiler
bütün bu sorunları çözmek, engelleri kaldırmak, gelişmeyi sağlamak için kolları
sıvarlar.
Türkiye, tam
bir kurtuluş için, yüz bin sivil ve asker kayıp vererek kavuştuğu bağımsızlığı
bir daha yitirmemek, bir daha ezilmemek, yenilmemek, milli egemenliği ve
geleceği güven altına almak ve kalkınmak için yeni insanlardan kurulu, yeni bir
toplum, yeni ve milli bir devlet yaratmalı, aklı özgürleştirmeli, dini
desteklemeli ama çıkar için kullanılmamasını sağlamalıydı.
Yorulmadan,
heyecanla çalışmaya koyulurlar.
Gepgenç
kızlarımız öğretmen olarak katır sırtında dağ köylerine gideceklerdir.
Bütün
devrimlerin amacı, aklı, fikri ve vicdanı hür, bilgili, görgülü, bilime ve
sanata saygılı, hurafeden uzak, yurtsever, çağdaş, özgür ruhlu, yeni insanı
yaratmaktır. Bütün devrimleri bu amacın ışığı altında yorumlamalıdır.
Batının
objektif düşünürleri Milli Mücadele’yi ve onu izleyen Cumhuriyet dönemini, Türk
Mucizesi diye adlandırıyorlar.
Bu saptamayı
desteklemek için cumhuriyetin ilk 15 yılını, rahmetli Atatürk dönemini birkaç
çizgi ile yansıtmak istiyorum.
Ana hedef
çağdaş uygarlığa ulaşmak, onu paylaşmak, ona katkılarda bulunmaktır. Bütün
insanlığın ister ister istemez paylaştığı, paylaşmak zorunda kaldığı bu
evrensel uygarlığın özü, bilim (+teknoloji) ve sanattır. Artık çağı
gözden kaçırmaya, geride kalmaya hakkımız yoktu.
Atatürk
döneminde maddi kalkınma ile sosyal ve kültürel kalkınma birlikte yürütülür
(Toplu kalkınma).
Bu 15 yılın
ortalama kalkınma hızı %10’dur,
Sanayileşme
hızı % 19'dur,
Demir-çelik
sanayi ile savunma sanayii kurulmuştur,
Merkez Bankası
altın ve döviz dolu,
Tek kuruş dış
borç yok,
Osmanlı borcu
anlaşmaya göre ödeniyor,
Kayseri’deki
uçak fabrikasının yaptığı uçaklar göklerimizde uçmaya başlar,
İlk
denizaltımızın yapımına girişilir,
Limanlar ve
demiryolları millileştirilir,
Çağdaş yasalar
yürürlüğe girer,
Kadının
önündeki bütün maddi ve manevi engeller kaldırılır, Millet mektepleri, Halkevleri
açılır (kısa bir süre sonra Köy Enstitüleri de açılacaktır),
Konservatuvar
eğitime başlar,
Üniversite
reformu gerçekleştirilir,
Demokrasinin
ve çağdaşlığın zorunlu koşulu olan laiklik benimsenir,
Planlı
kalkınmaya geçilir, Anadolu’nun uygun yerlerine büyük fabrikalar yapılır,
Eğitimde,
sporda, sanatta önemli gelişimler elde edilir,
Salgın, yaygın
hastalıklara çok büyük mücadele açılır, hepsi dizginlenir,
Bütün
komşularla barışçıl ilişkiler kurulur.
Bu dönemde
Batıdan bir kuruş yardım alınmamış, kimseye imtiyaz verilmemiştir.
Bunca başarı,
Doğudaki isyana, dünya krizine, Türk-İtalyan gerginliğine, yeterli okur-yazar
ve uzman bulunmamasına, araç-gereç azlığına, gelir yetersizliğine rağmen
gerçekleştirilmiştir.
Bu
gelişimlerin, başarıların her biri bir uygarlık destanıdır. Bu gelişime mucize
demek abartı değil, gerçeğin hakkını vermektir.
Birer sadık,
bilinçli ve mutlu cumhuriyetçi olarak yetiştirmek zorunda olduğumuz köylü,
kasabalı ve şehirli çocuklarımıza, gençlerimize Milli Mücadele ile Cumhuriyetten
oluşan Türk mucizesini çok iyi ve doğru anlatmayı başarmak zorundayız.
Bu her bilgili yurttaşın yurttaşlık görevidirAlıntıdır.
8 Kasım 2013 Cuma
Stil
Tarz,
insanı rezil eder, vezir de eder. Yanlış seçimler sizi olduğunuzdan şişman, yaşlı
ve özensiz gösterebilir
Bir beden büyük giyinmek
Nedendir
bilinmez Türk erkeklerinin çoğu kendilerine bir beden büyük kıyafetler seçiyor.
Özellikle takım elbisenin üstünüze tastamam oturmasına özen gösterin. Uzun, bol,
omuzlardan düşen ceketlerden, yüksek belli baba pantolonlardan ve aba gibi
paltolardan uzak durun. Slim-fit kalıplardan şaşmayın.
Demode desenli, uzun bağlanmış kalın kravat
Takım
elbiseyi bozan bir aksesuar da parlak renkte kalın, büyük polyester kravatlar. Şu
aralar ince yakalar ve ince kravatlar
oldukça moda iken düz renkler de, küçük desenler de, ince ve ipekli
kravatlardan seçilmeli. Kravatlarınızı bağlarken uç kısmının, pantolonun kemer
hizasında kadar uzamadığından emin olun.
Uzun ceket kolu
Dolabınıza
gidin ve ceket kollarınızı kontrol edin. Kısa bir işlemle, terzilerde ya da
satın aldığınız mağazalarda, ceket kollarınız kısaltılabilir. Uzun ceket kolu
sizi kısa ve hantal gösterecektir. Kol boyu bileğinizde bitmeli. Ve hatta, gömlek
manşeti ceketten gözükebilir.
Bileklerde katlanan, uzun pantolon paçaları
Pantolonlarınızı
‘boyum uzar’ diye uzun almıyorsanız, denerken, paçasının topuğun 1-2 santim
üstünde bittiğinden emin olun. Uygun uzunlukta paça, daha fit gösterir.
Derin dekolte
Şu
bir gerçek ki, Türk erkeği yakayı bağrı açmayı seviyor. Ya da içine atlet giyme
gibi çağdışı bir alışkanlığı var. Her iki tarzla da vedalaşmanızı öneriyorum. Üşüyorsanız
atlet yerine V yaka triko giyin. Takım elbise gömleğinin içine giymek için dar,
V yaka beyaz bir tişort seçin.
6 Kasım 2013 Çarşamba
Trafik
Derler ki; insanın neresi ağrıyorsa canı oradaymış. Benim de günümün en az 2 saati işe gidip gelmek için yolda geçtiğinden dönüp dolaşıp aynı mevzuya dönüyorum :)
Bugün trafikte yeni bir konu dikkatimi çekti, trafikte seyreden araçlar içinde kuralları en çok ihlal eden sürücülerin kullandıkları araçların markaları. Kanaatimce başlı başına sosyolojik bir araştırma ve inceleme konusudur. Fiat Doblo, Citroen Berlingo, Peugeot Partner, Renault Kangoo, Volkswagen Caddy, Hyundai minübüs ve yine Volkswagen Transporter araçların sürücüleri kanaatimce trafik kural ihlallerinde ipi göğüslerler.
Bugün trafikte yeni bir konu dikkatimi çekti, trafikte seyreden araçlar içinde kuralları en çok ihlal eden sürücülerin kullandıkları araçların markaları. Kanaatimce başlı başına sosyolojik bir araştırma ve inceleme konusudur. Fiat Doblo, Citroen Berlingo, Peugeot Partner, Renault Kangoo, Volkswagen Caddy, Hyundai minübüs ve yine Volkswagen Transporter araçların sürücüleri kanaatimce trafik kural ihlallerinde ipi göğüslerler.
28 Ekim 2013 Pazartesi
Trafik sorunu ve ruh sağlığı
Son haftalarda başıma gelen olaylar, trafik ile ilgili yapılan çalışmalarla ilgili olumlu beklentilerimi negatife döndürdü.
İş ve ev arasında mesai günlerinde E80 karayolunu yani TEM otoyolunu kullanıyorum.
E80'nın başındaki E bildiğiniz üzere Europe yani Avrupa olup, otoyol olduğu için yeşil renkle gösteriliyor. E80 karayoluna E6 diyenler olmakla birlikte bu uydurulmuş bir isim, E5'ten sonra yapıldığı için halk arasında E6 olarak adlandırılmış. Margarin'e Sanayağ yada kağıt mendile Selpak dedikleri gibi.. Bu arada TEM ingilizce olup Trans Euro Motorway demek, bu da Transit Avrupa Otoyolu demek oluyor.
E80'nın başındaki E bildiğiniz üzere Europe yani Avrupa olup, otoyol olduğu için yeşil renkle gösteriliyor. E80 karayoluna E6 diyenler olmakla birlikte bu uydurulmuş bir isim, E5'ten sonra yapıldığı için halk arasında E6 olarak adlandırılmış. Margarin'e Sanayağ yada kağıt mendile Selpak dedikleri gibi.. Bu arada TEM ingilizce olup Trans Euro Motorway demek, bu da Transit Avrupa Otoyolu demek oluyor.
Her neyse son günlerde başıma gelen ve dikkatimi çeken aksaklıklar;
- Arkamda birdenbire beliren genelde çok genç ve/veya evrimini tamamlayamamış pisikopat mahluklar tarafından tampon mesafesinde zikzak yapılarak takip ve taciz edilme. Yıllardır araba kullanan birisi olmasam kazaya sebebiyet verilmesi kesin.
- Zikzak yaparak ani sollamalar yapan hızlı öfkeli modelleri
- Emniyet şeridini kullanmakta ısrar edenler
- En sol şeridi kullanmak suretiyle seyreden Tır ve Kamyonlar
- Cep telefonu ile konuşarak 80 Km süratle en sol şeridi kullananlar
Polisimiz otoyolda belirli aralıklarla durup, bu türden hatalı sürücülere ceza düzenlemeye çalışıyor ama ne çare.. Kanımca otoyol boyunca emniyet şeridinin trafik cezalarını düzenlemek üzere polis moboları ile doldurulması iyi olur. Sanıyorum ancak o zaman düzenli bir şekilde cezalar tanzim edilebilir. Poliste soğukta rüzgarda yol kenarlarında kalmaktan kurtulur.
E80 otoyolu ile ilgili daha geniş bilgi; http://tr.wikipedia.org/wiki/Avrupa_E-yolu_E80 adresinden alıntıdır.
Avrupa E-yolu E80 batı-doğu referanslı 5600 km (3500 mil) uzunlukta batıda Lizbon, Portekiz'de başlayan ve İran'a girişte Gürbulak sınır kapısında sona eren bir uluslararası Avrupa E-yoludur. Bu E-yolu Portekiz, İspanya, Fransa, İtalya, Hırvatistan, Karadağ, Kosova, Sırbistan, Bulgaristan ve Türkiye üzerinden geçerek Türkiye-İran sınır kapısı olan Gürbulak'ta İran'a ulaşarak sona ermektedir. Pescara, İtalya ile Dubrovnik, Hırvatistan arasında Adriyatik Denizi'ni geçmek gerekmekte ve düzgün işleyen bir feribot servisi gerekmektedir. E80 - 5600 km (3500 mil): Lizbon - Valladolid - San Sebastian - Toulouse - Nice - Genova - Roma - Pescara Dubrovnik - Podgorica - Priştine - Niş - Sofya - Filibe - İstanbul - İzmit - Gerede - Amasya - Erzurum - Gürbulak - İran
E80 otoyolu ile ilgili daha geniş bilgi; http://tr.wikipedia.org/wiki/Avrupa_E-yolu_E80 adresinden alıntıdır.
Avrupa E-yolu E80 batı-doğu referanslı 5600 km (3500 mil) uzunlukta batıda Lizbon, Portekiz'de başlayan ve İran'a girişte Gürbulak sınır kapısında sona eren bir uluslararası Avrupa E-yoludur. Bu E-yolu Portekiz, İspanya, Fransa, İtalya, Hırvatistan, Karadağ, Kosova, Sırbistan, Bulgaristan ve Türkiye üzerinden geçerek Türkiye-İran sınır kapısı olan Gürbulak'ta İran'a ulaşarak sona ermektedir. Pescara, İtalya ile Dubrovnik, Hırvatistan arasında Adriyatik Denizi'ni geçmek gerekmekte ve düzgün işleyen bir feribot servisi gerekmektedir. E80 - 5600 km (3500 mil): Lizbon - Valladolid - San Sebastian - Toulouse - Nice - Genova - Roma - Pescara Dubrovnik - Podgorica - Priştine - Niş - Sofya - Filibe - İstanbul - İzmit - Gerede - Amasya - Erzurum - Gürbulak - İran
27 Ekim 2013 Pazar
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun
29 Ekim 1923’te TBMM, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu (1921
Anayasası)’nda yaptığı değişiklikle, devletin yönetim biçimini cumhuriyet
olarak ilan etmiştir. Aynı gece bu ilan, atılan 101 pare top ile kutlanmıştır.
1924 yılında ise cumhuriyetin ilanı şenliklerle kutlanmıştır.
2 Şubat 1925'te, Hariciye Vekaleti'nce (Dışişleri
Bakanlığı) düzenlenen bir kanun teklifinde 29 Ekim'in bayram olması
önerilmiştir.[2] Bu teklif Meclis Anayasa Komisyonu tarafından incelenmiş ve18
Nisan'da karara bağlanmıştır. 19 Nisan'da ise teklif TBMM tarafından kabul
edilmiştir. 628 sayılı bu kanun ile 29 Ekim, 1925'ten itibaren ülke içinde ve
dış temsilciliklerde bayram olarak kutlanmaya başlamıştır
08502200505
05077345295 no'lu telefondan bir mesaj geldi, der ki hesabınıza 200 TL değerinde 500 DK hediye tanımlanmıştır. 08502200505 arayarak hediye TL dakikalarınızı aktifleştiriniz. 08502200505
Ne iyi insanlar ve işletmeler var yahu, durup dururken hattımıza dakika yüklüyorlar :) Bu ve bunun gibi dolandırıcılardan gelen mesajlara itibar etmeyin.
Ne iyi insanlar ve işletmeler var yahu, durup dururken hattımıza dakika yüklüyorlar :) Bu ve bunun gibi dolandırıcılardan gelen mesajlara itibar etmeyin.
22 Ekim 2013 Salı
12 Ekim - 18 Ekim 6 gün altı ülke
Didem'in bir yerlere gitme isteği ve benim yıl sonunda geçerliliğini yitirecek millerimin baskısı altında bir seyahate çıkmaya karar verdik. Kabaca rotamız uçakla Saraybosna, oradan araba kiralayarak Karadağ, Arnavutluk,Makedonya,Kosova,Sırbistan ve Saraybosna. Bayramdan önceki son hafta idi ve gidebileceğimiz vize istemeyen bir ülke olmalıydı. Fas, Tunus ve Bosna Hersek arasında bir seçim yapabiliyorduk ve güvenlik risklerini düşünerek Saraybosna'da karar kıldık. Didem'in uçak biletini misafir yolcu statüsünden 13000 mil ve 100 lira para karşılığında aldık, benim biletim için Wings Card'ın millerini kullandık 59000 mil puan.
Uçuşumuz sabah 08:50 Atatürk Havalimanı üzerinden olacak, sabah saat 07:00 civarında havalimanında olduk ancak o ne? Check in için bir kuyruk var akıllara zarar, biz elektronik check-in yaptırmıştık ancak 1 adet bavulumuz var, sırayı beklersek uçağı kaçıracağımız kesin görünüyor. Neyse yetkili birileri ile görüşüp rica ettim, bavulu verdik hemen pasaporta koştuk ve yeni bir şok. Tabiri caizse pasaportta kuyruğun dibi yok! Bayramda herkes İstanbul'u terk ediyor. Neyse orada da bir yol bulup pasaport kontrolden de geçtik, koştur koştur kapıya vardık. Kontroller yapıldı ve uçağa alındık. Oturuyoruz 30 dakika kadar oldu kaptan bir anons yaptı, Saraybosna havaalanın'daki kötü hava koşulları nedeni ile kalkışımızı gerçekleştiremiyoruz yarım saat sonra yeni durum bilgisi alacağız. Herneyse yarım saatin üzerinden bir yarım saat daha geçti bir gelişme yok! Bu arada yolculardan birisi fenalaştı, doktor yok mu filan bir doktor çıktı biraz o konu ile oyalandık. Sonrasında şu an için uçamayacağız sizi tekrar salona alacağız dediler. Salona döndük insanlarda homurdanmanın bini bir para, kimisi diyor ki önemli birisi gecikti onu bekliyoruz, bir kısım uçak bozuldu motoru açtılar diyor, her kafadan bir ses, THY yetkililerine bağıran çağıran mı ararsın, size tazminat davası açacam diyenleri mi:)
Neyse saat 11:30 itibarı ile İstanbul'dan yola çıkabildik ve Saraybosna'da sislerin içine indik. Oranın saati ile 12:30 gibiydi, planladığımız gibi bir araba kiralamak için harekete geçtik ve şirketlerden fiyatlarını aldık ancak hepsi internet fiyatlarından pahalı, ben bir kaç ülke gezeceğimiz için sorun çıkmasın diye düşünerek internet'ten rezervasyon yaptırmadım. Neyse City Car Rental adındaki lokal firma bize günlüğü €40 fiyatla Opel Astra 1,6 2013 model benzinli bir araç ve navigasyon için de günlük €5 teklif etti. Makul bulduk aracı inceledik uzun bir süre Maida adındaki görevli kız aracın her noktasındaki kırığı çiziği not aldı filan, aracı aldık yola çıktık. Rezervasyon yaptırdığım Grand Otele ulaştık, 4 yıldızlı büyük bir otel oda kahvaltı 2 kişi €48 fiyatla konakladık ve açıkcası çok memnun kaldık. Günün akşamına kadar sokaklarda gezip otele döndük ve resepsiyondaki arkadaştan bize lokal bir restaurant önermesini rica ettik. Önerdiği yer gerçekten çok şıktı, atmosferden çok memnun kaldık yemek olarak soğan dolması sipariş ettim, Didem için ise tepsi böreği gibi
bir şey sipariş ettik. Yemekler iyiydi, bizden çok farklı değil. Bu arada ben arabayı kullanırken pek memnun kalmadım, ruhsata baktığımda aracın 2010 model olduğunu gördüm, ayrıca direksiyon simidindeki muamele bana airbag sökülmüş izlenimi verdi. Havalimanına gidip bağırdım çağırdım, aracı yarın öğlen geri alabiliriz dediler.
Saraybosna'dan bir kaç kare..
19 Ekim saat 12:00 havalimanına tekrar gittik, bizden özür dilediler aynı fiyata 2013 gıcır gıcır dizel 1,6 bir Skoda Octavia gibi bir araç verdiler. Neyse aracı aldık ve düştük Mostar yollarına. Bu coğrafyada nesafeler yakın ancak seyahat süreleri uzun :) birazı hız limitlerindense daha çoğu yol koşullarından kaynaklanıyor. Yol üzerinde inanılmaz güzel renkler ve manzaralar eşliğinde Mostar'a vardık. Mostar küçük bir yer köprünün bulunduğu eski şehir denilen alanı gezdik bir kaç fotoğraf aldık ve daha fazla durmamızın manası olmadığını düşünüp hava kararmadan vurduk yollara. Yine müthiş manzara eşliğinde Karadağ'a vardık. Başkent Podgorica'da çok şık bir alışveriş merkezindeki çok şık bir restaurant'ta akşam yemeğimizi yedik. Karadağ Saraybosna'ya kıyasla insanların çok varlıklı olduğu bir yer. Her yer şıkır şıkır, oysa Saraybosna'da bir çok evde uçaksavar mermilerinin izleri duruyor. Bosna'da ki insanlar yaşadıklarını unutamamışlar. Yola revan olduk ver elini Tiran, çok berbat yollardan geçerek saat 02:30 gece yarısı Tiran'a girdik ama çevreye bakıyoruz sanki bir şehir merkezine gelememişiz. Şehrin bizim bulunduğumuz yerleri berbat durumda, rezervasyon yaptırdığımız oteli bulamıyoruz ve ortalıkda haydut kılıklı gençler ve her 50 metrede casino dolu. Biraz tırsıdık, ne yapsak filan düşünürken aklımıza Sheraton Hotel'e gitmek geldi, oraya gittiğimizde biraz daha modern bir yerlere ulaşmış olduk :) Tabii Sheraton'da kalmayı düşünmediğimizden başladık yakın yerlerdeki otelleri taramaya. Holiday Inn'e gittik gecelik €90 istiyor ki gecenin 03:00 ü itibarı ile verilecek para değil. Bir otel daha bulduk €80 istiyor, tam ümidi yitirmiştik yolun karşısında bir otel daha gördük. Zile bastık içeri girdik kahvaltı dahil €30 dediler, odalara baktık pırıl pırıl. Süper hemen yattık, sabah saat 08 yan taraftaki odadan birileri Türk'çe anırıyor, haliyle uyandık. Kahvaltı yapıp şöyle kısa bir şehir merkezi turu (15 dakika kadar) yaparak yola koyulduk.
Hedefimiz Ohrid Makedonya, güzel bir yolculuk sonrası Ohrid'e vardık, gerçekten bir inci, çok güzel bir şehir. Göl kenarında bir meydana parkettik, otoparkçı çocuk hemen bize otel önerdi, otopark ücreti ne kadar dediğimde "Maybe 1, maybe 2 euro" dedi :) bende çıkardım €1 verdim, gösterdiği otele doğru yöneldik bu esnada orada bulunan bir çift bizim de Türk olduğumuzu görünce muhabbete giriştiler, muhabbet koyulaştı birlikte gezilecek yerleri gezdik, otel konusunu da birlikte hallettik. Sonrasında meşhur Ohrid gölü alabalığını tatmak üzere sahildeki bir restaurant'a oturduk. Alabalığın kilosu €22 ve bir özelliği yoktu, yedik kişi başı €20 ödedik. Bence kazıktı. O gece konakladığımız otel bayağı güzeldi ve gecelik €60 ödedik.
Ertesi gün sabah kahvaltısı sonrasında Üsküp'e doğru yola çıktık, yol üzerinde Bitola ( Manastır ) şehrine uğrayıp atamızın okuduğu askeri liseyi ( aynı zamanda Atatürk müzesi ) ziyaret ettik. Bitola çok güzel bir yerleşim, eski ve yeni iç içe, Yunanistan'a yakın olmasından olsa gerek biraz yoğun Yunan etkisi hissediliyor.
Akşam hava henüz kararmakta iken Üsküp'e girdik, rezervasyon yaptırdığımız oteli navigasyondan bulamayınca arabamızı bir otoparka bırakıp Ramstore alışveriş merkezine yollandık. İstanbul Restaurant adında bir lokantada açlık sorunumuzu hallettik ve biz otelle ilgili konuşuyorken restaurant sahibi güzel bir otel olduğunu ve merkeze ancak 5 km kadar mesafede olduğunu söyledi, taksi ile €3 tutar dedi, gerçekten de öyle. Otel Orka Grup şirketinin işletmesinde yani bildiğimiz Damat&Tween. Budapeşte odasını bize €60 karşılığı tahsis ettiler :) Otelde oda numaraları yok, onun yerine her odaya bir başkentin ismini vermişler.
Üsküp'te Türk mahallesinde yani tarihi köprünün kale tarafında gezilecek yerleri şöyle bir gezdik ve meşhur güveçte kurufasulyesinden ve köftesinden yedik. Güveçte kuruyu tavsiye etmem ama köfte güzeldi :) Aynı günün akşamında otel resepsiyonundaki çocuğun önerdiği lokal müzik yapılan Nostalgia restaurant'ta akşam yemeğine gittik. Çok güzel bir mekan, garson aşırı ilgiliydi, müzisyenler Türk asıllı, bir kaç Türkçe şarkı söylediler, bizde sandık ki bizim için söyleniyor, coşkuyla eşlik ediyoruz tabii, bu arada kemancı yanımıza geldi,
. Türkmüsünüz?
- Evet
.Türkiye'den mi geldiniz?
- Evet, İstanbul'dan geldik
. Aşkolsun! o kadar sevindi ki mutluluğunu böyle dile getirdi.
. Şurdaki masadakiler de Türk, Türkiye'den geldiler.
- Tanımıyoruz
. Olur mu çok meşhur kadın, Ali kaptan vardı küçük çocuk vardı dizide burada oynadı, bildiniz mi?
Didem evet Wilma Elles deyince kemancı sevindi, güzel bir akşam oldu saat 23:00 gibi otele döndük. Yemekler süperdi herkese öneririm.
Sabah 08:30 da yola çıktık, yaklaşık 1 saat kadar sonra Kosava'ya girdik, amacımız oradan Sırbistan'a geçmek. Kosava'ya bir girdik aklımızı kaçıracaz, bir savaş atmosferi var gibi, her yer berbat durumda, yollar çok kötü, her yer birleşmiş milletler ve anlayamadığımız diğer askerlerle dolu. Polis jipleri, tuhaf yola sığmayan amerikan savaş jipleri, sanki bir korku filmi. Hiç durmadan Priştine üzerinden devamla Sırbistan sınır kapısına geldik. Yolda gelirken bazı barikatlardan geçtik! Neyse sınırda pasaportu ve araç belgelerini verdik. Bekleyin ileriye çekip dediler, normalde kaşeyi basıp gönderiyorlar. Hayırdır filan derken yanımıza bir Sırp görevli geldi, buradan geçemezsiniz gibi bir şeyler anlatıyor kendi dilinde, neden geçemeyeceğimizi soruyorum ingilizce türkçe, neyse sonrasında anladık ki biz girişi Kosova'dan yaptığımız için ve Sırbistan'da Kosova'yı tanımadığından bizi o sınır kapısından almıyorlar. Gümrükçü bize iyice yolları tarif etti ve önce Karadağ'a gidip oradan Sırbistan'a girmemiz gerektiğini açıkladı :) Neyse saat 15:30 itibarı ile düştük tekrar yollara, giderken bir polis çevirmesine girdik adamlar bize nefretle bakıyor, pasaportu görünce hiç bir şey söyleyemiyorlar! Meğer biz Bosna plakalı bir araçla gezdiğimiz için sevimsiz bir duruma düşmüşüz oralarda. İyi ki bizi birinci sınır kapısından çevirmişler , yoksa aydınlıkta Sırbistan'ı geçmek zorunda kalacaktık ve belki aracımızı taşlayacaklar kim bilir! Bu arada Didem telefonumuza gelen 0312'li numaradan Dış İşleri Bakanlığı'nı aradı, oradaki çalışanlara durumu aktardı, bu konuda bişey bilmediklerini Kosova'daki Büyükelçiliği aramamız gerektiğini söylediler. Didem Büyükelçilikle görüştü ancak bize faydalı olabilecek hiç bir şey söyleyemediler! Sırp sınır görevlisinin verdiği bilgiler bizim için daha faydalı oldu. Ayrıca araç plakamızı sordular, Didem'de aracın Bosna plakalı olduğunu söyledi, bu konuda da hiç bir yorum yapmadılar!
Neyse ilerleyen saatlerde Sırp sınır görevlisinin verdiği rotayı takip ederek Pec üzerinden Karadağ'ın Rozaj sınır kapısına vardık. Ama ne varmak, aşağıda 22 derece olan sıcaklık yukarıda 1,5 dereceye düştü ve kar yağışı başladı :) Böylece mevsimin ilk karını Karadağ'da görmek kısmet oldu. Karadağ'da saat 19:00 civarı artık açlık ve yorgunluktan pes eden bedenleri biraz dinlendirmek ve bir şeyler yemek üzere durduk.
Çok güzel bir akşam yemeği ziyafeti sonrasında tekrar düştük yollara. Sonuçta Sırbistan sınır kapısına vadık, pasaportu ve ruhsatı sınır görevlisine uzattım.
- Sırpça bir şeyler söylüyor
. İngilizce bir şey anlamadığımı söyledim.
-İngilizce Türk'müsünüz?
.Evet
-Türkiye'den mi geldiniz?
.Evet
-Nereye gidiyorsunuz?
.Saraybosna'ya ve oradan İstanbul'a döneceğiz.
-Didem kim?
*Benim
-Sırbistan'a ilk kez mi geliyorsunuz?
*Evet
-Ne iş yapıyorsun?
.Ekonomistim
- Türkler genelde İngilizce konuşmak istemiyorlar
.Bilmiyorlardır, bilseler konuşurlar
-Yok konuşmuyorlar
.Fransızlar için derler İngilizce konuşmuyorlar diye
-İyi yolculuklar
Bir hışımla Sırbistan topraklarını geçtik ve şaşkın bakışlar altında Bosna gümrüğüne vardık. İşlemlerimiz yapıldı ve yaklaşık 10 km kadar gittik Good Bye Serbia şeklinde bir tabela! Anlayabilmek mümkün değil, sonra bir polis çevirmesi daha, şaşılacak bir şey varsa pasaportu görenlerin yelkenleri suya iniyor :)
Hayatımda geçmediğim kadar tünel geçerek gece saat 22:00 civarlarında Saraybosna Grand Hotel'de yatağımızdaydık. Nasıl uyuduk bilemiyoruz, uyandık koştur koştur havalimanı, rent a car'cı Maide dedi ki uçağınızın 2 saat rötarı var, aceleye gerek yok. Olmasa şaşardım :)
Saat 08:50 uçağımız 11:30 itibarı ile kalktı ve öğleden sonra İstanbul'a indik. Dileğim ülkemizde birlik ve beraberlik ve huzur ortamı dünya son bulana kadar daim kalsın.
Uçuşumuz sabah 08:50 Atatürk Havalimanı üzerinden olacak, sabah saat 07:00 civarında havalimanında olduk ancak o ne? Check in için bir kuyruk var akıllara zarar, biz elektronik check-in yaptırmıştık ancak 1 adet bavulumuz var, sırayı beklersek uçağı kaçıracağımız kesin görünüyor. Neyse yetkili birileri ile görüşüp rica ettim, bavulu verdik hemen pasaporta koştuk ve yeni bir şok. Tabiri caizse pasaportta kuyruğun dibi yok! Bayramda herkes İstanbul'u terk ediyor. Neyse orada da bir yol bulup pasaport kontrolden de geçtik, koştur koştur kapıya vardık. Kontroller yapıldı ve uçağa alındık. Oturuyoruz 30 dakika kadar oldu kaptan bir anons yaptı, Saraybosna havaalanın'daki kötü hava koşulları nedeni ile kalkışımızı gerçekleştiremiyoruz yarım saat sonra yeni durum bilgisi alacağız. Herneyse yarım saatin üzerinden bir yarım saat daha geçti bir gelişme yok! Bu arada yolculardan birisi fenalaştı, doktor yok mu filan bir doktor çıktı biraz o konu ile oyalandık. Sonrasında şu an için uçamayacağız sizi tekrar salona alacağız dediler. Salona döndük insanlarda homurdanmanın bini bir para, kimisi diyor ki önemli birisi gecikti onu bekliyoruz, bir kısım uçak bozuldu motoru açtılar diyor, her kafadan bir ses, THY yetkililerine bağıran çağıran mı ararsın, size tazminat davası açacam diyenleri mi:)
Neyse saat 11:30 itibarı ile İstanbul'dan yola çıkabildik ve Saraybosna'da sislerin içine indik. Oranın saati ile 12:30 gibiydi, planladığımız gibi bir araba kiralamak için harekete geçtik ve şirketlerden fiyatlarını aldık ancak hepsi internet fiyatlarından pahalı, ben bir kaç ülke gezeceğimiz için sorun çıkmasın diye düşünerek internet'ten rezervasyon yaptırmadım. Neyse City Car Rental adındaki lokal firma bize günlüğü €40 fiyatla Opel Astra 1,6 2013 model benzinli bir araç ve navigasyon için de günlük €5 teklif etti. Makul bulduk aracı inceledik uzun bir süre Maida adındaki görevli kız aracın her noktasındaki kırığı çiziği not aldı filan, aracı aldık yola çıktık. Rezervasyon yaptırdığım Grand Otele ulaştık, 4 yıldızlı büyük bir otel oda kahvaltı 2 kişi €48 fiyatla konakladık ve açıkcası çok memnun kaldık. Günün akşamına kadar sokaklarda gezip otele döndük ve resepsiyondaki arkadaştan bize lokal bir restaurant önermesini rica ettik. Önerdiği yer gerçekten çok şıktı, atmosferden çok memnun kaldık yemek olarak soğan dolması sipariş ettim, Didem için ise tepsi böreği gibi
bir şey sipariş ettik. Yemekler iyiydi, bizden çok farklı değil. Bu arada ben arabayı kullanırken pek memnun kalmadım, ruhsata baktığımda aracın 2010 model olduğunu gördüm, ayrıca direksiyon simidindeki muamele bana airbag sökülmüş izlenimi verdi. Havalimanına gidip bağırdım çağırdım, aracı yarın öğlen geri alabiliriz dediler.
Saraybosna'dan bir kaç kare..
19 Ekim saat 12:00 havalimanına tekrar gittik, bizden özür dilediler aynı fiyata 2013 gıcır gıcır dizel 1,6 bir Skoda Octavia gibi bir araç verdiler. Neyse aracı aldık ve düştük Mostar yollarına. Bu coğrafyada nesafeler yakın ancak seyahat süreleri uzun :) birazı hız limitlerindense daha çoğu yol koşullarından kaynaklanıyor. Yol üzerinde inanılmaz güzel renkler ve manzaralar eşliğinde Mostar'a vardık. Mostar küçük bir yer köprünün bulunduğu eski şehir denilen alanı gezdik bir kaç fotoğraf aldık ve daha fazla durmamızın manası olmadığını düşünüp hava kararmadan vurduk yollara. Yine müthiş manzara eşliğinde Karadağ'a vardık. Başkent Podgorica'da çok şık bir alışveriş merkezindeki çok şık bir restaurant'ta akşam yemeğimizi yedik. Karadağ Saraybosna'ya kıyasla insanların çok varlıklı olduğu bir yer. Her yer şıkır şıkır, oysa Saraybosna'da bir çok evde uçaksavar mermilerinin izleri duruyor. Bosna'da ki insanlar yaşadıklarını unutamamışlar. Yola revan olduk ver elini Tiran, çok berbat yollardan geçerek saat 02:30 gece yarısı Tiran'a girdik ama çevreye bakıyoruz sanki bir şehir merkezine gelememişiz. Şehrin bizim bulunduğumuz yerleri berbat durumda, rezervasyon yaptırdığımız oteli bulamıyoruz ve ortalıkda haydut kılıklı gençler ve her 50 metrede casino dolu. Biraz tırsıdık, ne yapsak filan düşünürken aklımıza Sheraton Hotel'e gitmek geldi, oraya gittiğimizde biraz daha modern bir yerlere ulaşmış olduk :) Tabii Sheraton'da kalmayı düşünmediğimizden başladık yakın yerlerdeki otelleri taramaya. Holiday Inn'e gittik gecelik €90 istiyor ki gecenin 03:00 ü itibarı ile verilecek para değil. Bir otel daha bulduk €80 istiyor, tam ümidi yitirmiştik yolun karşısında bir otel daha gördük. Zile bastık içeri girdik kahvaltı dahil €30 dediler, odalara baktık pırıl pırıl. Süper hemen yattık, sabah saat 08 yan taraftaki odadan birileri Türk'çe anırıyor, haliyle uyandık. Kahvaltı yapıp şöyle kısa bir şehir merkezi turu (15 dakika kadar) yaparak yola koyulduk.
Hedefimiz Ohrid Makedonya, güzel bir yolculuk sonrası Ohrid'e vardık, gerçekten bir inci, çok güzel bir şehir. Göl kenarında bir meydana parkettik, otoparkçı çocuk hemen bize otel önerdi, otopark ücreti ne kadar dediğimde "Maybe 1, maybe 2 euro" dedi :) bende çıkardım €1 verdim, gösterdiği otele doğru yöneldik bu esnada orada bulunan bir çift bizim de Türk olduğumuzu görünce muhabbete giriştiler, muhabbet koyulaştı birlikte gezilecek yerleri gezdik, otel konusunu da birlikte hallettik. Sonrasında meşhur Ohrid gölü alabalığını tatmak üzere sahildeki bir restaurant'a oturduk. Alabalığın kilosu €22 ve bir özelliği yoktu, yedik kişi başı €20 ödedik. Bence kazıktı. O gece konakladığımız otel bayağı güzeldi ve gecelik €60 ödedik.
Ertesi gün sabah kahvaltısı sonrasında Üsküp'e doğru yola çıktık, yol üzerinde Bitola ( Manastır ) şehrine uğrayıp atamızın okuduğu askeri liseyi ( aynı zamanda Atatürk müzesi ) ziyaret ettik. Bitola çok güzel bir yerleşim, eski ve yeni iç içe, Yunanistan'a yakın olmasından olsa gerek biraz yoğun Yunan etkisi hissediliyor.
Akşam hava henüz kararmakta iken Üsküp'e girdik, rezervasyon yaptırdığımız oteli navigasyondan bulamayınca arabamızı bir otoparka bırakıp Ramstore alışveriş merkezine yollandık. İstanbul Restaurant adında bir lokantada açlık sorunumuzu hallettik ve biz otelle ilgili konuşuyorken restaurant sahibi güzel bir otel olduğunu ve merkeze ancak 5 km kadar mesafede olduğunu söyledi, taksi ile €3 tutar dedi, gerçekten de öyle. Otel Orka Grup şirketinin işletmesinde yani bildiğimiz Damat&Tween. Budapeşte odasını bize €60 karşılığı tahsis ettiler :) Otelde oda numaraları yok, onun yerine her odaya bir başkentin ismini vermişler.
Üsküp'te Türk mahallesinde yani tarihi köprünün kale tarafında gezilecek yerleri şöyle bir gezdik ve meşhur güveçte kurufasulyesinden ve köftesinden yedik. Güveçte kuruyu tavsiye etmem ama köfte güzeldi :) Aynı günün akşamında otel resepsiyonundaki çocuğun önerdiği lokal müzik yapılan Nostalgia restaurant'ta akşam yemeğine gittik. Çok güzel bir mekan, garson aşırı ilgiliydi, müzisyenler Türk asıllı, bir kaç Türkçe şarkı söylediler, bizde sandık ki bizim için söyleniyor, coşkuyla eşlik ediyoruz tabii, bu arada kemancı yanımıza geldi,
. Türkmüsünüz?
- Evet
.Türkiye'den mi geldiniz?
- Evet, İstanbul'dan geldik
. Aşkolsun! o kadar sevindi ki mutluluğunu böyle dile getirdi.
. Şurdaki masadakiler de Türk, Türkiye'den geldiler.
- Tanımıyoruz
. Olur mu çok meşhur kadın, Ali kaptan vardı küçük çocuk vardı dizide burada oynadı, bildiniz mi?
Didem evet Wilma Elles deyince kemancı sevindi, güzel bir akşam oldu saat 23:00 gibi otele döndük. Yemekler süperdi herkese öneririm.
Sabah 08:30 da yola çıktık, yaklaşık 1 saat kadar sonra Kosava'ya girdik, amacımız oradan Sırbistan'a geçmek. Kosava'ya bir girdik aklımızı kaçıracaz, bir savaş atmosferi var gibi, her yer berbat durumda, yollar çok kötü, her yer birleşmiş milletler ve anlayamadığımız diğer askerlerle dolu. Polis jipleri, tuhaf yola sığmayan amerikan savaş jipleri, sanki bir korku filmi. Hiç durmadan Priştine üzerinden devamla Sırbistan sınır kapısına geldik. Yolda gelirken bazı barikatlardan geçtik! Neyse sınırda pasaportu ve araç belgelerini verdik. Bekleyin ileriye çekip dediler, normalde kaşeyi basıp gönderiyorlar. Hayırdır filan derken yanımıza bir Sırp görevli geldi, buradan geçemezsiniz gibi bir şeyler anlatıyor kendi dilinde, neden geçemeyeceğimizi soruyorum ingilizce türkçe, neyse sonrasında anladık ki biz girişi Kosova'dan yaptığımız için ve Sırbistan'da Kosova'yı tanımadığından bizi o sınır kapısından almıyorlar. Gümrükçü bize iyice yolları tarif etti ve önce Karadağ'a gidip oradan Sırbistan'a girmemiz gerektiğini açıkladı :) Neyse saat 15:30 itibarı ile düştük tekrar yollara, giderken bir polis çevirmesine girdik adamlar bize nefretle bakıyor, pasaportu görünce hiç bir şey söyleyemiyorlar! Meğer biz Bosna plakalı bir araçla gezdiğimiz için sevimsiz bir duruma düşmüşüz oralarda. İyi ki bizi birinci sınır kapısından çevirmişler , yoksa aydınlıkta Sırbistan'ı geçmek zorunda kalacaktık ve belki aracımızı taşlayacaklar kim bilir! Bu arada Didem telefonumuza gelen 0312'li numaradan Dış İşleri Bakanlığı'nı aradı, oradaki çalışanlara durumu aktardı, bu konuda bişey bilmediklerini Kosova'daki Büyükelçiliği aramamız gerektiğini söylediler. Didem Büyükelçilikle görüştü ancak bize faydalı olabilecek hiç bir şey söyleyemediler! Sırp sınır görevlisinin verdiği bilgiler bizim için daha faydalı oldu. Ayrıca araç plakamızı sordular, Didem'de aracın Bosna plakalı olduğunu söyledi, bu konuda da hiç bir yorum yapmadılar!
Neyse ilerleyen saatlerde Sırp sınır görevlisinin verdiği rotayı takip ederek Pec üzerinden Karadağ'ın Rozaj sınır kapısına vardık. Ama ne varmak, aşağıda 22 derece olan sıcaklık yukarıda 1,5 dereceye düştü ve kar yağışı başladı :) Böylece mevsimin ilk karını Karadağ'da görmek kısmet oldu. Karadağ'da saat 19:00 civarı artık açlık ve yorgunluktan pes eden bedenleri biraz dinlendirmek ve bir şeyler yemek üzere durduk.
Çok güzel bir akşam yemeği ziyafeti sonrasında tekrar düştük yollara. Sonuçta Sırbistan sınır kapısına vadık, pasaportu ve ruhsatı sınır görevlisine uzattım.
- Sırpça bir şeyler söylüyor
. İngilizce bir şey anlamadığımı söyledim.
-İngilizce Türk'müsünüz?
.Evet
-Türkiye'den mi geldiniz?
.Evet
-Nereye gidiyorsunuz?
.Saraybosna'ya ve oradan İstanbul'a döneceğiz.
-Didem kim?
*Benim
-Sırbistan'a ilk kez mi geliyorsunuz?
*Evet
-Ne iş yapıyorsun?
.Ekonomistim
- Türkler genelde İngilizce konuşmak istemiyorlar
.Bilmiyorlardır, bilseler konuşurlar
-Yok konuşmuyorlar
.Fransızlar için derler İngilizce konuşmuyorlar diye
-İyi yolculuklar
Bir hışımla Sırbistan topraklarını geçtik ve şaşkın bakışlar altında Bosna gümrüğüne vardık. İşlemlerimiz yapıldı ve yaklaşık 10 km kadar gittik Good Bye Serbia şeklinde bir tabela! Anlayabilmek mümkün değil, sonra bir polis çevirmesi daha, şaşılacak bir şey varsa pasaportu görenlerin yelkenleri suya iniyor :)
Hayatımda geçmediğim kadar tünel geçerek gece saat 22:00 civarlarında Saraybosna Grand Hotel'de yatağımızdaydık. Nasıl uyuduk bilemiyoruz, uyandık koştur koştur havalimanı, rent a car'cı Maide dedi ki uçağınızın 2 saat rötarı var, aceleye gerek yok. Olmasa şaşardım :)
Saat 08:50 uçağımız 11:30 itibarı ile kalktı ve öğleden sonra İstanbul'a indik. Dileğim ülkemizde birlik ve beraberlik ve huzur ortamı dünya son bulana kadar daim kalsın.
9 Ekim 2013 Çarşamba
Son halife Abdülmecid'in tablosu satılmış.
"Avludaki Kadınlar" isimli tablo 1,600,000 .-TL bedelle satılmış.
3 Ekim 2013 Perşembe
Arçelik - Beko teşekkür
Bugün Arçelik - Beko çağrı merkezini de aradım, yaklaşık 2 ay kadar önce evi taşıdığımız için klimayı söktürüp yeni evde montajını yaptırmıştım. Son 2 gündür hava çok soğuk ve rüzgarlı, evin içine bir uğultu geliyor, biraz dinlediğimde klimanın dışarı ile bağlantı yapılan yerinde izolasyonunun yapılmadığını gördüm. Beko çağrı merkezini aradım, sorunumu anlattım kayıt aldılar saat 13:00 idi ve 13:40 itibarı ile servis geleceğini bildirmek için aradı.
Daha önce de bir montaj sorunu yaşamıştım ve yine anında müdahale edilmişti. Aynı gün içerisinde çağrı merkezi tekrar aradı, problemin çözülüp çözülmediğini ve çözümden memnun muyum sordu, memnun olduğum bilgisini verdim teşekkür ettim. Sonrasında kurum içerisinde başka bir birimden tekrar arandım, aldığım servis hizmeti ve çağrı merkezinden memnuniyetim soruldu, çok teşekkür ettim.
Daha önce de bir montaj sorunu yaşamıştım ve yine anında müdahale edilmişti. Aynı gün içerisinde çağrı merkezi tekrar aradı, problemin çözülüp çözülmediğini ve çözümden memnun muyum sordu, memnun olduğum bilgisini verdim teşekkür ettim. Sonrasında kurum içerisinde başka bir birimden tekrar arandım, aldığım servis hizmeti ve çağrı merkezinden memnuniyetim soruldu, çok teşekkür ettim.
Samsung Buzdolabı değişimi yılan hikayesi Bugün 22 Ekim 2013 henüz bir gelişme yok
Dün aradığım çağrı merkezindeki yetkili, sizin buzdolabı değişim sürecinde ancak aynı model üretilmediğinden değiştirilemiyor, eğer fark öderseniz bir üst modeli alabilirisiniz dedi :) Ben buzdolabını alalı 1 yıl oldu belki, o zaman ödediğim parayla nasıl yeni ve üst model alabilirim. Samsung firması benimle dalga geçiyor.
Samsung buzdolabı - macera sürüyor
Geçtiğimiz hafta Pazartesi günü Samsung Genel Merkezi tarafından değişiminin sağlanacağı söylenilen sorunlu buzdolabı ile ilgili olarak Samsung Bakırköy Servisi MTA Elektronik'ten bir telefon aldım, arayan kişi ve kişilerle diyaloglarımız;
MTA Servis: Buzdolabınız için ücret iadesi yapılmasına karar verildi.
Ben : Değişim istiyorum, Merkez bana bu değişimle ilgili model önerdii ve bu model üzerinde anlaştık, sanırım bir hata oldu.
MTA Servis: Konuyu araştıracağız,
Telefonu kapattık, üzerinden sanırım 1 gün geçti bir arama geldi;
Telefondaki şahıs : MTA Servis'ten arıyoruz, müsaitseniz gelip buzdolabınızı alacağız
Ben : Ne maksatla alacaksınız, değişim mi yapacaksınız?
Samsung'dan ürün alacak olanlara bilhassa buzdolabı alacak olanlara tavsiyem şudur; Samsung ürünü almayın, ben bir hata yaparak Samsung buzdolabı aldım, yaşadıklarımı blogumdan takip edebilirsiniz, ben böyle koordinasyonsuz, böyle ne yaptığını bilmeyen şirket görmedim..Ürünleri kaliteli, fiyatları rakiplerine göre ucuz ama ataların dediği gibi ucuz etin yahnisi yavan oluyor Kanımca servis verme çabası olmadığından, işin gerektirdiği çapta servis ağını kurmamışlar dolayısıyla maliyetleri aşağı çekmişler. Sanayi bakanlığının ürünlerin tüketiciye bu şekilde sunulmasına ve tüketicinin mağdur olmasına neden sebebiyet verdiğini de anlamak mümkün değil.
Bu konu ile ilgili yapılabilecek tek şey hukuki yollardan hakkını aramak, bu durumda karşınızda dünya devi bir kurum ve onun artık kaç tane olduğu belli olmayan avukatları var ve de canım Türkiye'min inanılmaz hızlı ve etkin çalışan mağdurların her zaman yanında yer alan vatandaşını hiç bir yerel ve küresel sermayeye ezdirmeyen hukuk sistemi var..
Samsung buzdolabı - macera sürüyor
Geçtiğimiz hafta Pazartesi günü Samsung Genel Merkezi tarafından değişiminin sağlanacağı söylenilen sorunlu buzdolabı ile ilgili olarak Samsung Bakırköy Servisi MTA Elektronik'ten bir telefon aldım, arayan kişi ve kişilerle diyaloglarımız;
MTA Servis: Buzdolabınız için ücret iadesi yapılmasına karar verildi.
Ben : Değişim istiyorum, Merkez bana bu değişimle ilgili model önerdii ve bu model üzerinde anlaştık, sanırım bir hata oldu.
MTA Servis: Konuyu araştıracağız,
Telefonu kapattık, üzerinden sanırım 1 gün geçti bir arama geldi;
Telefondaki şahıs : MTA Servis'ten arıyoruz, müsaitseniz gelip buzdolabınızı alacağız
Ben : Ne maksatla alacaksınız, değişim mi yapacaksınız?
Telefondaki şahıs : Hayır ücret iadesi yapacağız
Ben : Ücret iadesi istemiyorum, yeni bir buzdolabı istiyorum..Siz buzdolabını alınca ben içindekileri ne yapacağım? Üstelik Samsung Merkez'le yaptığım görüşmede değişim yapılacağı söylendi.
Telefondaki şahıs : Biz konuyu araştırıp 5 dakika sonra size dönelim
Ben : Peki
Aradan geçen bir kaç günden sonra konuyu bir tekrar sorayım dedim ve önce merkezi aradım oradaki Halkla İlişkiler Yöneticisi olan şahsa ulaşamadım, başka bir arkadaşla görüştüm. Konuyu araştırıp bana döneceğini söyledi :)
Aradan bir gün geçti bu sefer çağrı merkezini aradım, sıkıntımı anlattım dinledi sonra sizi çok kısa süre hatta bekleteceğim dedi, 10 dakika kadar geçti hatta beklediğim için teşekkür etti, sonra ;
Çağrı Merkezi görevlisi 1: Ünal Bey sizi duyamıyorum siz beni duyabiliyorsanız tekrar arayın.
3 kez tekrarladı ve kapattı.
Bugün tekrar çağrı merkezini aradım,
Ben : Dün aradım sorunumu anlattım sonrasında arkadaş sesimi duyamadığımı söyleyip telefonu kapattı.
Çağrı Merkezi görevlisi 2 : Ben hemen konuyu araştırıyorum, sizi çok kısa hatta bekeleteceğim, yaklaşık 10 dakika sonra
Sizi duyamıyorum, sesinizi alamıyorum,siz beni duyuyorsanız tekrar arayın.
Ben : Sesimi duyabiliyor musunuz?
Çağrı Merkezi görevlisi 3 : Evet
Ben : Net mii?
Çağrı Merkezi görevlisi 3 : Evet, buyrun
Ben : Daha önce 2 arkadaş sesimi duyamayıp telefonu yüzüme kapattılar da
Çağrı Merkezi görevlisi 3 : Hatlardan kaynaklanmıştır
Ben : Sorunum böyleyken böyle
Çağrı Merkezi görevlisi 3 : Tamam sizin ürün değişim sürecinde
Ben : Lütfen kayda alın böyle saçma bir servis anlayışı olmaz, bu değişim işini aylardır çözemediniz, en sonunda firmanızı dava edecem. Lütfen gerekli yerlere konu ile ilgili bilgilendirme yapın
Çağrı Merkezi görevlisi 3 : Yöneticilerime bilgilendirme yapacam
Ben : Dinlediğiniz için teşekkür ederim, sorunumu çözemediniz ama en azından gazımı aldınız.
Bunun üzerine aşağıdaki yazıyı Samsung Facebook sayfasına yazdım;
yorumSamsung'dan ürün alacak olanlara bilhassa buzdolabı alacak olanlara tavsiyem şudur; Samsung ürünü almayın, ben bir hata yaparak Samsung buzdolabı aldım, yaşadıklarımı blogumdan takip edebilirsiniz, ben böyle koordinasyonsuz, böyle ne yaptığını bilmeyen şirket görmedim..Ürünleri kaliteli, fiyatları rakiplerine göre ucuz ama ataların dediği gibi ucuz etin yahnisi yavan oluyor Kanımca servis verme çabası olmadığından, işin gerektirdiği çapta servis ağını kurmamışlar dolayısıyla maliyetleri aşağı çekmişler. Sanayi bakanlığının ürünlerin tüketiciye bu şekilde sunulmasına ve tüketicinin mağdur olmasına neden sebebiyet verdiğini de anlamak mümkün değil.
Bu konu ile ilgili yapılabilecek tek şey hukuki yollardan hakkını aramak, bu durumda karşınızda dünya devi bir kurum ve onun artık kaç tane olduğu belli olmayan avukatları var ve de canım Türkiye'min inanılmaz hızlı ve etkin çalışan mağdurların her zaman yanında yer alan vatandaşını hiç bir yerel ve küresel sermayeye ezdirmeyen hukuk sistemi var..