TÜRK
MUCİZESİ
Cumhuriyet 90
Yaşında
Turgut Özakman
Büyük Üstat Sayın Turgut
Özakman’ın Temmuz 2013 tarihinde kaleme aldığı Cumhuriyet ile ilgili bu son
yazısını okumanız temennisiyle
Cumhuriyet 90.Yaşında
Turgut Özakman
Milli Mücadele’yi gerektiği kadar
bilmeden, Osmanlı devletinin külünden yaratılan bu yeni devletin ve rejimin
kuruluş hikâyesini, felsefesini, gerekçesini, nedenlerini ve amacını anlamak,
kavramak, sindirmek, bu oluşumun bilincine varmak mümkün değildir.
Osmanlı
Devletinin neden ve nasıl yıkıldığını da iyi bildiğimizi söyleyemeyiz..
Durum, bu iki
konuda halkımızı başarılı şekilde bilgilendirmediğimizi göstermektedir. Var
olan bilgi düzeyi ile sağlıklı bir tarih bilincinin oluşması zor, günü
yorumlamak, geleceği kestirmek daha da zor.
Cumhuriyeti,
yani Türk Rönesans’ını, aydınlanmasını, kurtuluşu anlatmak istiyorum. Bunun
için hızlı bir tarih yolculuğu yapmak gerekiyor.
Akıl Batıda
şöyle bir süreçten geçmiştir.
Akıl antik
çağda özgürdü. Hristiyanlığın doğuşundan sonra, özellikle orta çağda Katolik
Kilisesi aklın özgürlüğüne son verdi, aklı denetimi altına aldı. Kilise
Babalarının ileri sürdüğü görüşler, tek doğru olarak kabul edilir, tartışılmaz.
Tartışmaya kalkışanların hayatları tehlikeye girer. Engizisyon dönemi özellikle
aklı özgürleştirmek için başlayan kıpırtılara karşı Kilisenin tepkisidir. Kim
bilir kaç kişi işkence gördü, kaç kişi zindanlara atıldı, kaç kişi yakıldı.
Buna karşılık
İslamiyet aklı yüceltmiş, Doğuda bilim hayatını canlandırmıştı. Bu, Doğu
Rönesans’ıdır. Bu dönem Farabi gibi, İbn-i Sina gibi, İbn-i Rüşt ve benzerleri
gibi büyük bilginler dönemidir. Çalışmalarının etkileri Batıya da yayılıyordu.
Fakat İslam Rönesans’ı uzun sürmeyecek, 12. yüzyılda enerjisini yitirmeye
başlayacaktır.
Osmanlı
Devleti bu sırada kurulur.
Orta çağa özgü
bütün imkânları iyi kullanarak, adım adım güçlü, zengin, önemli bir devlet
olur. Üç kıtaya yayılır. İstanbul'u alır. En büyük gemileri Osmanlılar yapıyor,
en büyük topları Osmanlılar döküyordu. En güçlü ordu Osmanlı ordusu idi. Askeri
örgütleri örnek oluşturan bir nitelikteydi. İlginç bir toprak rejimi
kurmuşlardı. Başka din mensuplarına hoşgörü ile bakıyorlardı. Bu, o çağdaki
bütün devletlerden ayıran büyük bir özellikti. Medreselerde, dini bilgiler
yanında, tıp, astronomi ve matematik de öğretiliyordu. Gittikçe gelişen bir
mimari, musiki, şiir hayatları vardı. Çinicilik çok gelişmişti. Fakat halkın
eğitimi için özel bir çaba harcanmaz. Buna ihtiyaç duyulmaz. Osmanlılarda
anavatan düşüncesi de yoktur. Bu nedenle Anadolu'ya önem verilmez, bakımsız,
yoksul bırakılır. Devleti kuran, korumak için gerektikçe kanını döken Türkler
de arka plana itilir. Ön planda devşirmeler yer alır. İlk iki padişah dışında
hiç biri bir Türk’le evlenmez. Padişah anneleri Çerez, Abaza, Rus vb.dir. Buna
karşılık Türkçe, devletin kurucu dili olarak, varlığını korur.
Kilise gerçeği
bulma tutkusunu, doğayı, insanı, dünyayı, evreni araştırmayı, deneyi, kısacası
aklın özgürlüğünü, araştırıcılığını, bilimselliği durduramıyordu. Bilim
adamlarının, düşünürlerin ve o dönemin cesur üniversitelerinin önünde, adım
adım geriler. Sonunda akıl çağına geçilir. Böylece Batı, İtalya’dan başlayarak
Rönesans’ı, hümanizmayı, kısacası aydınlanmayı yaşamaya başlar. Bu, insanlık
tarihinin en büyük dönemeci, en büyük devrimidir.
Orta çağa özgü
bütün bilgiler elden geçirilip yenilenir, bilim dallarında devrimler, buluşlar,
deneyler birbirlerini kovalar. 16.Yüzyıl sonu ile 17.Yüzyıl bilimin ve sanatın
zafer çağıdır.
Avrupa
aydınlığa, bilimselliğe, sanatta yeni ufuklara, buluşlara, yaratılara,
özgürlüğe, sanayi devrimine yol alırken, sınırlarının az ötesinde, Batılı
bilginler ve düşünürler, bilim ve düşünce dünyasını sarsarlarken, Osmanlılar ne
yapıyorlardı?
Sınırdaş
oldukları için Batıdaki değişimi elbette fark etmişlerdi ama önemsemezler.
Osmanlı toplumu yaşayış tarzı ve düşünce hayatı bakımından içe dönük bir
toplumdur. Genel olarak kendi kültürünü, hayat ve düşünüş tarzını beğenir,
başkalarını ilgiye değer bulmaz. Bu nedenle gelişme ve değişmelerden
yararlanmayı düşünmez. Küçük bir merak bile duymaz. Kendini yenilemeyi, çağa
ayak uydurmayı başaramadığı için gittikçe çağ dışı kalacaktır. Batıda medreseler
üniversitelere dönüştürülürken, Osmanlıda medreselerden müsbet bilimler
uzaklaştırılır.
Medreselerde
yalnız din bilgisi verilir. Osmanlı bilim ve düşünce dünyası akla, bilimsel
kuşkuya, araştırma ve incelemeye dayanmayan, eskilerin verdiği bilgilerle
yetinen, onları tekrar eden sığ bir anlayış içinde donup kalır. Bu gerileyiş şu
sonuca varır: İnanç aklın önüne geçer, merak, kuşku, araştırma ihtiyacı, icat
ve keşif duygusu, yerini tevekküle bırakır. Doğa olayları Allah’ın hikmeti
olarak değerlendirilir, nedenleri araştırılmaz, kurcalanmaz. Bazı konuları
irdelemek Allaha saygısızlık olarak kabul edilir.
Oysa tarihin
bu dönemi öyle bir dönemdir ki durmak, çağdışı kalmak ve çürümek demektir.
Batılı büyük
devletler dünya denizlerine buharla, sonra petrolle işleyen gemileriyle egemen
olurken, ülkelerini demiryollarıyla donatırken, ağır sanayilerini kurarken,
halkın eğitimine büyük önem verirken, Osmanlı gittikçe gerileyerek, ufalarak,
çağdışı kalarak, sürekli yenilerek, son yüzyılını ‘hasta adam’ olarak geçirdi.
Sonunda tarih
sahnesinden silindi.
Tarihte
20.Yüzyıla kadar yaşamış bir büyük devletin bu kadar zayıfladığı, çağ dışı
kaldığı hiç örneği olmayan bir olgudur. Bunu geri kalışın, yoksulluğun ve
ilkelliğin sorumluları, Osmanlıyı parçalamak için türlü düzenler çeviren büyük
devletlerle birlikte, ufuksuz Osmanlı yöneticileridir.
Bu gerileyişin
ve yıkımın nedenlerini doğru ve iyi öğrenmeden, Osmanlı’nın son iki – üç yüzyıl
neden savaş alanında, diplomaside, bilimde, sanayide, ekonomide, siyasette, eğitimde,
sağlıkta sürekli yenildiği, yöneticilerin ve aydınların neden Avrupa karşısında
aşağılık duygusu içinde kaldıkları anlaşılamaz.
Bir büyük
devlet birkaç nedenle yıkılmaz. Birbirine bağlı birçok nedeni vardır. Ben ana
nedenleri temsil ettiğini düşündüğüm birkaç örnek vermek istiyorum. Örneklere
bakarak genel durumumuzu anlayabiliriz.
Matbaa 1454
yılı buluşudur. Yahudiler ve Hıristiyanlar bir süre sonra İstanbul’da matbaalar
kurup kitaplar basabilmişlerdir. Ama matbaa Müslümanlara yasaktır. Ancak 275
yıl sonra 1729’da Türkçe kitap basılması caiz görülecek, din kitapları
basılması ise daha uzun zaman yasak olacaktır.
Aradaki fark
şöyle:
1729’dan 1830
yılına kadarki 100 yıl içinde Osmanlı’da sadece 180 kitap basılmıştır. Batıda
ise 1454 yılından 1500 yılına kadar ki 46 yıl içinde basılan kitap sayısı 40
000’dir.
Batı dünyası
ile Osmanlı dünyası arasında bu aşamada 39.820 kitap fark var ! Kısacası 300
yıl.
Rahmetli
Atatürk diyor ki:
“İstanbul’u
fetheden kudret, yaklaşık olarak o yıllarda icat edilmiş olan matbaanın
Türkiye’ye girmesini sağlayamamış, bağnazların uğursuz direncini yenmeyi
başaramamıştır.”
***
Astronom
Takyettin Efendi Padişaha dilekçe vererek rasathane kurmak için izin ve yardım
diler. Bu dilek uygun görülür. Tophane sırtında bir rasathane yapılır.
Şeyhülislam Ahmet Şemsettin Efendi Padişaha 'göğü incelemenin, rasat yapmanın
uğursuzluk getireceği' yolunda bir şikâyette bulunur. Bu şikâyette Şeyhülislam
diyor ki:
' Göklerin
sırlarını küstahça sına öğrenmeye cüret etmenin akıbeti iyi değildir. Nerede
bir rasathane kurulduysa orada devlet binası yerle bir olmuştur.'
Padişah
dehşete kapılır. Rasathane bir gece içinde yıkılır.
Bu olayın
tarihi 1579'dur.
***
Bu tarihlerde
Osmanlı toplumunda astronomi bu talihsizliği yaşarken, yıldız falcılığı önemli
bir kurum olup çıkmıştır. Zamanla neredeyse müneccimlere danışılmadan hiçbir
işe girişilmez. Müneccimbaşı sarayın önemli bir görevlisi olur. Osmanlı ordusu
1716'da Petervaradin'de bozguna uğrayınca, bu yenilgi yıldız hesaplarının iyi
yapılmayışına bağlanır.1
1 Petervaradin savaşında şehit düşen Damat Ali Paşanın
malları müsadere edilir. Zengin bir kitaplığı vardır. Şeyhülislam bu
kitaplardan felsefe, eski çağ tarihi ve astronomiye ait olanların genel
kitaplıklara konulmasını uygun bulmaz, yasaklar. Bağnazlık aklın önüne
geçmiştir.
III.Mustafa
1757 yılında tahta çıkmıştır. İlerici padişahlar arasında sayılır. Batının
gelişmesini hasetle izler. Tehlikenin farkına varmıştır. Padişaha göre Batının
bu gelişmesinin nedeni daha iyi müneccimlere sahip olmasıdır. O zamanki Fransız
Elçisi diyor ki:
"Padişah
Fransızların müneccimler vasıtasıyla geleceği öğrendiklerine inanmıştı. Bunun
tersine bir türlü ikna olmuyordu. Bu kadar acayip bir hurafeyi yıkmak için
elimden geldiği kadar boşuna çalıştım."
Padişah yüzünü
gittikçe geliştiğini duyduğu Prusya'ya çevirir.
Ordunun
yenilgileri bu iyi kalpli Padişahı üzmektedir. Ciddi önlemler almaya karar
verir. Ahmet Resmi Efendi adlı birini Prusya Kralı Büyük Frederik'e yollar,
Kraldan 3 iyi müneccim istemeye memur eder. Amacı bu usta müneccimler sayesinde
girişimleri için uğurlu gün ve saatleri belirlemek ve iyi komutan
seçebilmektir. Artık yenilmek istememektedir. Büyük Fraderik'in yanıtı ünlüdür:
1. Tarih
okumak ve eski deneylerden yararlanmak,
2. İyi bir
orduya malik olmak,
3. Hazineyi
dolu tutmak.
Kral Ahmet
Resmi Efendiye kendisinin üç münecciminin bunlar olduğunu söyleyecektir.
Osmanlı
Padişanın müneccim istediği sırada büyük düşünür Kant Prusya'da yaşamaktadır.
Filozof Voltaire Büyük Frederik'in danışmanıydı.
Bilgi ve zekâ
düzeyimizi düşünün.
***
Osmanlı bilim
hayatından Piri Reis gibi bir yıldız geçmiştir. Büyük bir denizci ve
haritacıdır.
Ama bakınız
neler olur.
Duvar
haritaları, atlaslar Damat Sait Paşayı çok kızdırır. Bunların bir tür resim
olduğunu, resmin ise dince caiz olmadığını ileri sürerek, Padişaha sürekli
şikâyette bulunur. Padişah kendisini Sadrazamlığa getirince, bütün haritaları
imha ettirir.
Amiral
Spiritov'un komutasındaki Rus donanmasının Baltık denizinden harekete geçip
Osmanlı donanmasını sıkıştıracağı söylentisi yayılır. Osmanlı yönetiminin
bilgisine göre Akdeniz kapalı bir denizdir. Rus donanmasının Baltık'tan
hareketle Atlas okyanusundan dolaşarak Cebel-i Tarık'tan Akdeniz’e girebileceği
düşünülmez. Söylentiye gülüp geçerler.
Rus donanması
Cebel-i Tarık'tan Akdeniz'e geçer, Çeşme önünde, hiç bir tehlike beklemeyen
Osmanlı donanmasını bastırır ve yakar.
Bu olayın
tarihi 1770'tir.
***
XVIII. ve XIX.
Yüzyılda gerileme sürer. Plevne savunma zaferi ile övünürüz ama Rus ordusu
ilerler, Yeşilköy'e kadar gelir. Oraya bir zafer anıtı diker.
Herkes
istediği başlığı giymektedir. II.Mahmut bir birlik sağlamak için fes
giyilmesini kararlaştırdığı zaman softalar fese karşı çıkar, ayaklanırlar.
Bunların torunları da fes yasaklandığı zaman tepki gösterecekler, fesi
savunacaklardır. Okullarla büyüteç ile ateş yakmak gibi deneyler şeytan işi
sayılır. II.Mahmut devlet görevlilerinin artık pantolon ve ceket giymelerini
emreder. Kavuklu, şalvarlı, kaftanlı Osmanlı görevlilerinin yerini İstanbulin,
redingot giyen, boyun bağlı, iskarpinli, çağdaş görünüşlü yeni Osmanlılar alır.
Bu gibi yenileme çabaları yüzünden, gericiler, Padişahı "gâvur
Padişah" diye anarlar.
Gerilemeyi
durdurmak, çağa yaklaşmak, gelişmeyi sağlamak için Padişah Abdülmecit
Tanzimat'ı ilan eder. Olumlu etkileri olur ama halka yayılmaz. Tanzimat tarzı
yaşayış İstanbul ve İzmir'de bir iki semtte gerçekleşir. Eski ile yeninin
çatışması sürüp gider.
***
Osmanlı
İmparatorluğu 1886'da iflas eder. Borçları ödeyebilmek için vergileri yabancı
bir kurumun toplaması kabul edilir (Duyun-u Umumiye). Bu olgu devletin ne
durumda olduğunu anlatmaya yeter.
***
1912 Balkan
Savaşı devletin ordusu, yönetimi, morali, örgütlenişi ile bitişe yaklaştığını
gösterir. İki büyük Osmanlı ordusu, yeni kurulmuş dört küçük devletin orduları
önünde bozguna uğrar. Bulgarlar Çatalca'ya kadar gelirler. Edirne güçlükle geri
alınır.
400 yıllık
Rumeli bir ayda elden çıkmıştır. İstanbul Sağ kurtulabilen Rumeli göçmenleri
ile dolar. İstanbullular vatan kaybetmenin ne kadar acı bir olay olduğunu bu
göçmenlerden öğrenirler. Oysa kısa bir süre sonra aynı acı olayı kendileri de
yaşayacaklardır.
Dört yıl süren
1.Dünya Savaşından Osmanlı devleti yenik çıkar. Mondros ateşkes anlaşması
Sevres Antlaşmasının önsözü gibidir. İstanbul ve yer yer Anadolu işgal edilir.
İstanbul yönetimi Devletin ölüm fermanı olan Sevres Antlaşmasını imzalar (10
Ağustos 1920). Bu yönetimin niteliğini belirten bir örnek vereyim. Yunan ordusu
Uşak ve Bursa'ya doğru yürüdüğü sırada, İstanbul hükümetinin Adalet Bakanı Ali
Rüştü Efendi bir demeç vererek Müslüman Türklere diyor ki :
“Yunan
ordusunun başarısı için dua ediniz.”
Anadolu yoksul
ve cahildir. Altı yıldır savaşmaktan bitkin düşmüştür. Yeniden dört yıllık bir
savaşı daha göze alacağına kimse inanmaz. İnanmayanlar yanılırlar. Anadolu hem
emperyalistlere, hem düşmanla işbirliği halindeki İstanbul yönetimine karşı
ayaklanır.
Milli Mücadele
yurt sevgisinin emperyalizmden de, saltanattan da daha güçlü olduğunu
kanıtlayan bir destandır. Kuva-yı milliye Çanakkale ruhunun daha güçlenmiş,
daha bilinçlenmiş, daha yaygın ve coşkun bir devamıdır. Kadınlar ve erkekler,
Atatürk gibi dahi bir liderin yönetiminde dört cephede birden savaşır. Çıplak
ayak, yarım üniformalı, tüfeğinin kayışı ipten Mehmetçik ve yurdu canlarından
aziz bilen subaylar, Batının şaşkın gözleri önünde, Anadolu'yu parçalamaya,
paylarını almaya gelenlerin hepsini yenerler. Son kalıntı Yunanlıları da
İzmir'e kadar kovalar, denize dökerler.
Tarihin akışı
değişir.
Mudanya Mütareke
Anlaşması ile Trakya Meriç'e kadar geri alınır. Lozan diplomasi Tarihinin en
çetin ve başarılı örneğidir. 29 Ekim 1923'de Türkiye Büyük Millet Meclisi saat
20.30’da Cumhuriyeti ilan eder.
Gece şehirler
top sesleri ile uyanır. Bunlar cumhuriyet toplarıdır.
Osmanlı
devletinin külünden yeni bir devlet kurulmuştur.
Cumhuriyetin
600 yıllık Osmanlı Devleti’nden ve toplumundan devraldığı miras özetle
şöyledir:
Gurur, ibret
ve üzüntü verici sahnelerle dolu, renkli bir tarih,
Büyük bir
mimari birikim, zengin bir şiir ve musiki alemi,
İlke olarak
dine dayalı bir rejim,
Yorgun bir
hanedan,
Yarı sömürge
halinde, güçsüz bir devlet,
İdari,
ekonomik, mali, hukuki kapitülasyonlar,
Halk yurttaş
değil, kul,
İlkel bir
tarım toplumu,
İflas etmiş
bir maliye,
Büyük bir dış
borç,
Hasta bir
ekonomi,
Sıfır ağır
sanayi,
Cılız bir
küçük sanayi,
Kişi başına
milli gelir 4 lira,
Kişi başına
kamu harcaması 50 kuruş,
Elbise düğmesi
bile ithal ediliyor,
Sıtma, frengi,
verem, trahom yaygın,
0-2 yaş grubu
çocuklarda ölüm oranı yüzde 60,
Sadece 337
doktor bulunuyordu,
Bütün
imparatorlukta sadece 158 ortaokul ve lise, medrese uzantısı
bir tek
üniversite var,
Anadolu
çağdışı ilkel medreselerin elinde,
Tüm liselerde
okuyan kız öğrenci sayısı 230,Bütün temel meslekler erkeklerin tekelinde,
Kadının seçme,
seçilme hakkı yok, yani yurttaş sayılmıyor,
Kadınların
toplumsal hayatları ve hakları yok,
Okur-yazar
olma oranı erkeklerde yüzde 7, kadınlarda binde 4,
İstanbul ve
kısmen de İzmir’le sınırlı, ölgün bir sanat hayatı,
Bütün
Türkiye’deki gazetelerin toplam satışı ancak yüz bin dolayında,
Hemen hemen
bütün yasalar çağın gereklerinin gerisinde,
Ülke birçok
alanda ortaçağı, ortaçağ ilkelliğini yaşıyor.
İşte
Cumhuriyetin devraldığı, bazılarının özlemini çektiği Osmanlı mirası budur,
bu kadardır.
***
Cumhuriyetçiler
bütün bu sorunları çözmek, engelleri kaldırmak, gelişmeyi sağlamak için kolları
sıvarlar.
Türkiye, tam
bir kurtuluş için, yüz bin sivil ve asker kayıp vererek kavuştuğu bağımsızlığı
bir daha yitirmemek, bir daha ezilmemek, yenilmemek, milli egemenliği ve
geleceği güven altına almak ve kalkınmak için yeni insanlardan kurulu, yeni bir
toplum, yeni ve milli bir devlet yaratmalı, aklı özgürleştirmeli, dini
desteklemeli ama çıkar için kullanılmamasını sağlamalıydı.
Yorulmadan,
heyecanla çalışmaya koyulurlar.
Gepgenç
kızlarımız öğretmen olarak katır sırtında dağ köylerine gideceklerdir.
Bütün
devrimlerin amacı, aklı, fikri ve vicdanı hür, bilgili, görgülü, bilime ve
sanata saygılı, hurafeden uzak, yurtsever, çağdaş, özgür ruhlu, yeni insanı
yaratmaktır. Bütün devrimleri bu amacın ışığı altında yorumlamalıdır.
Batının
objektif düşünürleri Milli Mücadele’yi ve onu izleyen Cumhuriyet dönemini, Türk
Mucizesi diye adlandırıyorlar.
Bu saptamayı
desteklemek için cumhuriyetin ilk 15 yılını, rahmetli Atatürk dönemini birkaç
çizgi ile yansıtmak istiyorum.
Ana hedef
çağdaş uygarlığa ulaşmak, onu paylaşmak, ona katkılarda bulunmaktır. Bütün
insanlığın ister ister istemez paylaştığı, paylaşmak zorunda kaldığı bu
evrensel uygarlığın özü, bilim (+teknoloji) ve sanattır. Artık çağı
gözden kaçırmaya, geride kalmaya hakkımız yoktu.
Atatürk
döneminde maddi kalkınma ile sosyal ve kültürel kalkınma birlikte yürütülür
(Toplu kalkınma).
Bu 15 yılın
ortalama kalkınma hızı %10’dur,
Sanayileşme
hızı % 19'dur,
Demir-çelik
sanayi ile savunma sanayii kurulmuştur,
Merkez Bankası
altın ve döviz dolu,
Tek kuruş dış
borç yok,
Osmanlı borcu
anlaşmaya göre ödeniyor,
Kayseri’deki
uçak fabrikasının yaptığı uçaklar göklerimizde uçmaya başlar,
İlk
denizaltımızın yapımına girişilir,
Limanlar ve
demiryolları millileştirilir,
Çağdaş yasalar
yürürlüğe girer,
Kadının
önündeki bütün maddi ve manevi engeller kaldırılır, Millet mektepleri, Halkevleri
açılır (kısa bir süre sonra Köy Enstitüleri de açılacaktır),
Konservatuvar
eğitime başlar,
Üniversite
reformu gerçekleştirilir,
Demokrasinin
ve çağdaşlığın zorunlu koşulu olan laiklik benimsenir,
Planlı
kalkınmaya geçilir, Anadolu’nun uygun yerlerine büyük fabrikalar yapılır,
Eğitimde,
sporda, sanatta önemli gelişimler elde edilir,
Salgın, yaygın
hastalıklara çok büyük mücadele açılır, hepsi dizginlenir,
Bütün
komşularla barışçıl ilişkiler kurulur.
Bu dönemde
Batıdan bir kuruş yardım alınmamış, kimseye imtiyaz verilmemiştir.
Bunca başarı,
Doğudaki isyana, dünya krizine, Türk-İtalyan gerginliğine, yeterli okur-yazar
ve uzman bulunmamasına, araç-gereç azlığına, gelir yetersizliğine rağmen
gerçekleştirilmiştir.
Bu
gelişimlerin, başarıların her biri bir uygarlık destanıdır. Bu gelişime mucize
demek abartı değil, gerçeğin hakkını vermektir.
Birer sadık,
bilinçli ve mutlu cumhuriyetçi olarak yetiştirmek zorunda olduğumuz köylü,
kasabalı ve şehirli çocuklarımıza, gençlerimize Milli Mücadele ile Cumhuriyetten
oluşan Türk mucizesini çok iyi ve doğru anlatmayı başarmak zorundayız.
Bu her bilgili yurttaşın yurttaşlık görevidirAlıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder