2 Mart 2015 Pazartesi

İRAN'I SEVMEK İÇİN 41+41 NEDEN

Büyük bir zevkle gezdiğim, hatıralarımda önemli bir yer tutan bu ülkeyi en rafine şekilde tanıtan bu yazıyı paylaşmak ve kendi bloguma kaydetmek istedim. Yazar Ali Işıngör'e bu güzel yazısı için teşekkür ederim.

Ali Işıngör'ün kaleminden...

1- Dünyanın en devrimci balığının yaşadığı yerdir. Samed Behrengi‘nin doğduğu, 18 yaşında köy öğretmeni olduğu, "bir kaşık suda" boğulduğu, ama hâlâ köy çocuklarının kalplerinde yaşatıldığı ülkedir.

2- En güzel saraylarından biri "40 sütun" anlamına gelen "Çehel Sütun" adını taşır, ama gerçekte 20 sütunludur. Diğer 20 sütun için, sarayın hemen önünde uzanan dev havuza yansıyan aksine bakmanız gerekir!

3- "Çehel Sütun" sarayının hemen arkasında bir başka saray, "Heşt Beheşt" yani "Sekiz Cennet" Sarayı vardır. 400 yıllık bu botanik bahçesi, size yeryüzünde cennetin mümkün olduğunu düşündürür. Neden mi "Sekiz Cennet"? Çünkü tanrının sadece yedi cenneti vardır :)…

4- Basık suratlı ve uzun tüylü kedilerin anavatanıdır.

5- İsfahan… İranlılar’a göre burası "Nisf-ı Cihan"dır, bir başka deyişle bu kent o kadar güzeldir ki, evrenin yarısını görmüş gibi bir yumruk yersiniz. Siz siz olun, bir İranlıyla konuşurken "İsfahan nısf-ı cihan" demeyin, size "Ne, kulli cihan!" yani "Hayır, evrenin tamamı!" diyebilir…

6- Siesepol: İtalyan Rönesansı’nın en güzel köprülerini düşünün ve bu köprünün Toskana’dan 5.000 km uzakta, bir çölü bölen geniş bir nehrin üzerinde kurulduğunu düşünün. İranlılar bu köprüye "doğulu" dehşet bir özellik katmışlardır, köprünün 33 gözünün altındaki nehir yatağı teraslanmıştır, bu nedenle de dünyanın en güzel su sesini burada duyarsınız. Özellikle de uzaktaki karların eridiği Mayıs-Haziran aylarında…

7- Yüzünün tamamı gözden oluşan, ceylan yürüyüşlü güzel kızların diyarıdır İran. O güzel kızla saatlerce Hayyam’dan, Sadi’den, Italo Calvino’dan konuşabileceğiniz "gerçeküstü" bir memlekettir.

8- "Cennette huriler varmış kara gözlü, / içkinin de oradaymış en güzeli. / Desene biz tam cennetlik olmuşuz, / bak bir yanda şarap diğer yanda sevgili…" diyen adamın, Ömer Hayyam‘ın ülkesidir İran.

9- Geniş bahçelerin ve şehir ortasında içinde yapay göllerin bulunduğu devasa parkların ülkesidir İran. Parklarını filozoflarının, şairlerinin ve matematikçilerinin büst ve heykelleri süsler.

10- Unutmayın, McDonalds’ın işgal etmediği dünyadaki son yerlerden biridir İran!

11- En yakası açılmamış tanrıtanımaz fıkralar burada anlatılır. Mollalar bunun önüne ne yazık ki geçemedi :)…

12- İran’daki bazı devasa camileri aydınlatmak için tek bir mum yeter! İran süsleme sanatlarından Aynakâri, en büyüğü serçe parmağınızın tırnağı büyüklüğünde milyonlarca renkli aynanın tüm kubbeyi hatta mukarnas süslemeli duvarları kaplamasına
dayanır. İçeriyi aydınlatmak için tek bir mum yeter de artar, gözleriniz kamaşır…

13- Tavla‘nın doğduğu yerdir.

14- Ali Gapu: Bir oda düşünün, duvarlarında ve kubbesinde değişik müzik çalgılarının şeklinde oyulmuş yüzlerce oyuk olsun. Safevi Şahı Abbas odaya girmeden önce bir müzik heyeti bir saat kadar müzik çalarmış odada, şah geldiğindeyse sessizce dışarı çıkarmış. Odanın mükemmel akustiği, dakikalarca müziğin odada yankılanmasını ve devam etmesini sağlarmış…

15- Amerikan yasalarınca Microsoft ürünlerinin satışının yasaklandığı bir ülkedir burası. İranlılar ters mühendislik yoluyla Windows işletim sistemini kırıp, üzerine 3-5 yazılım ve adam gibi çalışan Farsça/Arapça desteği ekleyerek Windows Parsa adıyla piyasaya sürer. Windows Parsa, Körfez ülkelerinde de Microsoft’u silkeler! :)

16- İran İslami bir devlet olmasına karşın, parlamentosunda Ortodoks (Ermeni), Musevi ve Zerdüşt azınlıklara koltuk ayrılmıştır! Ermeni azınlığın alkollü içki (şarap) üretme ve bunu azınlık üyelerine satma imtiyazı var!

17- Dünyanın en çok satan mizah dergileri İran’da çıkar. Toplumsal muhalefetin sığındığı kalelerden biri olan mizah, İran’da muhteşem bir inceliğe ve kıvraklığa sahiptir. Bazı fıkralar sizi sandalyenizden düşürebilir. İranlı karikatüristlerin her yıl uluslararası karikatür ödüllerini toplaması boşuna değildir. :)

18- İran’da Hz. Muhammed‘in resmini yapmak serbesttir. Dini bayramlarda Hz. Muhammed’in dev resimleri şehrin geniş duvarlarını "Che Guevara" misali süsler… "Bizde günahtır" dediğinizde İranlılar şaşırır: "Peygamber bizim gibi bir insan. Onu neden putlaştıralım ki?"

19- Ünlü sinema yönetmeni Abbas Kiyarüstemi’nin ülkesidir İran. Bir diğer Abbas, Magnum’un ünlü fotoğrafçısı olan Abbas’tır. Onun fotoğraflarını tanımamak, en hafif tabiriyle "ayıptır".

20- Ortadoğu’nun İngilizler ve Fransızlar tarafından çizilmemiş tek sınırı, 1639′daki Kasr-ı Şirin Anlaşması’yla çizilen Türkiye-İran sınırıdır. O günden beri bu sınır değişmedi…

21- İranlıların Büyük İskender’e ülkelerini istila ettiği için değil ama Persepolis Kütüphanesi‘ni yaktırdığı için öfke duyması, sizi derin düşüncelere sevkeder. Bir daha saygı duyarsınız karşınızdaki medeniyete…

22- Dünyanın en uzun caddesi Veli Esr, 17 kilometre uzunluğundadır. Tahran şehrinin tüm diğer sokaklarında olduğu gibi, bu caddenin de her iki yanından kuzeydeki dağlardan gelen serin sular, gürül gürül akar. 17 kilometre boyunca caddenin her iki yanında ulu kavak ve çınar ağaçlarının gölgesindesinizdir ve burası şehrin tam ortasıdır!

23- Resmi istatistiklere göre İran’ın en zengin kişisi Hz. Hüseyin‘dir! İranlılar, vasiyetname ve miraslarında bir şeyleri hep Hz. Hüseyin’e "vakfederler". Hz. Hüseyin’in adına kurulan vakıflar, İran’da 1300 yıl boyunca bağışlanan sayısız gayrımülke ve gelir kaynaklarına sahiptir. Tapu kayıtlarında Hz. Hüseyin’in adı bolca geçer :)…

24- İran’ı sevmek, Sadi‘yi ve Gülistan’ı bilmektir. Sadi’nin Şiraz’daki kabri muhteşem bir anıttır ve bu anıtın altından bir berrak pınar geçer. Merdivenlerle pınarın yanına iner, Gülistan’dan mısralar okursunuz.

25- İran’da her yıl Türkiye’den çok daha fazla Batı dillerinden kitap çevrilir. Bu çeviriler, Türkiye’dekinden çok daha kalitelidir.

26- 65 kadar yerel dilin konuşulduğu, 40 kadar farklı etnik grubun (bizdeki gibi sadece ismi kalan gruplar değildir bunlar) barış içinde yaşadığı, tüm çabalara rağmen Yugoslavyalılaştırılamayan bir ülkedir İran…

27- İran, Ortadoğu’nun en güçlü devlet geleneğine sahip ülkesidir. Selçuklu hükümdarlarına hizmet eden İranlı devlet adamı Nizamülmülk (M.S. 1018-1092) Machiavelli’den yaklaşık 3 asır önce tarihin ilk modern siyaset bilimi kitabını, Siyasetname’yi yazdı. Modern devlet yapılarının temelini atan Nizamülmülk, o kadar çok devlet kurumu ve resmi bina yaptırdı ki, bugün bile asker kışlalarının, bakanlıkların ve cezaevlerinin giriş kapısı onun adıyla yani "Nizamiye" olarak çağrılıyor!

28- İran’da sokakta elinde teberzinleriyle gezen dervişlerle karşılaşabilirsiniz. Dervişlerle oturup tanrının varlığı hakkında saatlerce konuşabilirsiniz. Derviş "tanrı yoktur" derse sakın şaşırmayın, sûfi inancı "böyle bir şey"dir, sizi her an şaşırtır ve tanrıya daha da yaklaştırır…

29- İran adı üstünde bir "İslam Cumhuriyeti"dir ama namaz vaktinde bangır bangır bağıran ezan sesi duyamazsınız. Ezan sesini duymak için radyoyu açarsınız. İran’da cami sayısı da çok azdır. Yüksek bir yerde baktığınızda, şehir bizdeki gibi "çivili tahta"ya benzemez.

30- Yahya Kemal’in "Hâfız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış; / yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle. / Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış, / Eski Şiraz’ı hayal ettiren ahengiyle." dediği yer gerçekten de vardır. Şiraz’da sabah 4′te kalkın, minibüsle 20 kilometre yol yaptıktan sonra Hâfız’ın kabrine varacaksınız. Eğer şanslıysanız, artık bir gül bahçesi olan Hâfız’ın kabrine günbatımına doğru bülbüllerin gelişini izler ve şafak vaktine dek şarkılarını dinlersiniz…

31- Tahran’da 1990′ların başından bu yana, tüm apartmanlarda "daire sayısı+1" araçlık garaj yeri ve daire sayısı kadar sığınağın yapımı zorunludur. Kişi başına düşen araç sayısı İstanbul’dan çok daha fazla olan Tahran’da park sorunu ile karşılaşmazsınız.

32- Kadınların üniversite mezunu olma ve kamu kurumlarında çalıştırılma oranları Türkiye’den daha yüksektir. Evet, şaka değil bu!

33- Hz. Zerdüşt’ün ve 1500 yıldır sönmeyen ateşin ülkesidir İran.

34- Emevilerle İspanya’ya kadar giden muhteşem su uygarlığının doğduğu yer İran’dır. Derin su kanallarının, su dağıtım şebekelerinin ve ganat sisteminin anavatanıdır İran.

35- İranlılar 2500 yıl önce çöl ortasında buz üretmenin yolunu bulmuştu. Bir mühendislik ve mimari harikası olan Yahçal‘lar ve Ab Anbar‘lar bugün bile kullanılıyor.



36- İsfahan’daki Nakşı Cihan Meydanı, tarihi İpek Yolu’nun sergi ve fuar alanı olarak binlerce yıl kullanıldı. Bugün dünyanın en büyük ikinci meydanı olan bu alanı görmeden İran’ı anlayamazsınız!

37- İbni Sina ya da Batılıların ona verdiği isimle Avicenna, modern tıp biliminin babası kabul edilir. Paris Üniversitesi’nin Tıp Fakültesi’nin girişinde kimin dev bir portresi vardır, bir tahmin edin bakalım?

38- İran, Robocup 2006′ya altı tanesi tamamen bayanlardan oluşan 50 takımla katıldı. Öğrencileri özendirmek için, bu yarışmaya girenler üniversiteye giriş sınavından muaf tutulup diledikleri bölüme kafadan girme hakkına kavuşurken, uluslararası bilimsel yarışmalarda başarı gösterip madalya getiren öğrenciler zorunlu askerlik hizmetinden muaf tutulmaktadır. (Gürer Özen‘e teşekkürler)

39- İran’da dilencilik yasaktır, vakıflar ve aşevleri çok etkin bir şekilde çalışır. Dilerseniz sokaktaki yardım kutularına para atabilirsiniz. Kimsenin aklına bu kutuları parçalamak gelmez…

40- Şii imamlarının sekizincisi olan Hz. İmam Rıza’nın Meşhed’deki kutsal türbesi, tüm görkeminin yanında bir de "iyinin eninde sonunda kötüyü yeneceğine" dair bir doğu masalını içinde taşır. Rivayet bu ya, Hz. Ali’nin soyuna olmayacak kötülükler yapan Abbasi halifesi Harun Reşid’in cenazesi yıllar boyunca toprak tarafından kabul edilmez, kusulur. Ta ki, yıllar sonra İmam Rıza’nın ayak ucuna gömülünceye kadar… 1001 Gece Masalları’nın görkemli halifesi Harun Reşid’in küçük sandukası gerçekten de İmam Rıza’nın ayak ucundadır. :)



41- Doğunun onurudur İran… Muaviye karşısında Hz. Ali, Yezit karşısında Hz. Hasan ve Hüseyin, Abbasi halifesi Harun Reşid karşısında İmam Rıza, petrol tröstlerinin karşısında Musaddık, Şah’ın karşısında Behrengi, Molla’nın karşısında Şirin Ebadi, Teksaslı George Bush’un karşısında ise 7.000 yıllık bir kültürdür…

BURDAN

42) Hoseyniye Emini (Hüseyin’e emanet): İlk hikâyemiz bu metnin yazarı olan “fakir“in sülalesine dair. Bir varmışlı bir yokmuşlu zaman kiplerinde, yazarın dedesinin büyükdedesinin dedelerinden biri, İran’ın en zengin beylerbeylerinden biriymiş. İşte o zamanlardan birinde, İran şahı Tebriz’deki yazlık sarayından Rey kentine dönerken, yolu her yanı bakımlı, köylüleri zengin mi zengin bir köyden geçmiş. Yanındaki vezire sormuş:

“Bu kimin köyüdür böyle?”

Vezir, “Beylerinizden Ahmet Han’ındır” demiş.

Neyse, bir sonraki mola yerine doğru yola koyulmuşlar. Birkaç saat kadar gittikten sonra başka bir bol çeşmeli, zengin bir köyde durmuşlar. Şah yine soracak olmuş:

“Peki, bu köy kimindir?”

Vezir çekinerek yine aynı cevabı vermiş: “Beylerinizden Ahmet Han’ındır.”

Yol boyunca hangi zengin, müreffeh köyde duracak olsalar o köyün Ahmet Han’ın (İsmini hatırlayamadığım için uydurdum-A.I.) olduğunu, biraz canı sıkılarak ama çokca da kıskançlıkla öğrenmiş İran Şahı. En sonunda dayanamayıp, patlamış:

“Kimmiş bu Ahmet Han! Götürün bakalım beni onun evine!”

Şah’ı Kazvin kentinin içinde, muhteşem bir konağa götürmüşler. Köşkte tek bir cam olmamasına rağmen, içerde yüzlerce renkli gölge dolaşıyormuş. Pencereler, eşi görülmedik bir şekilde güneşte parıldıyor, içeriye seyredeni sarhoş eden çeşitli ışık oyunlarını bırakıyormuş. Meğerse Ahmet Han, tüm konağın vitraylarını cam yerine Karagöz-Hacivat figürlerinin de yapıldığı gergedan derisinden yarı şeffaf/renklendirilmiş süslemelerle kaplamış! Bütün bir konak, tavanını süsleyen aynalarla birlikte bir masal sandığını andırıyormuş…

Şah, kendi sarayından bile güzel olan bu konağı ve sahibini çok kıskanmış… Konağa “usulünce” el koymak için Ahmet Han’a herkesin duyacağı bir şekilde seslenmiş:

- Ahmet Han, çok güzel bir saray yapmışsın! Burası “şahlara layık” bir yer olmuş!

Ahmet Han’dan ses çıkmamış.

- Ahmet Han! Sana diyorum! Bir “şaheser” olmuş burası!

Ahmet Han yine duymamazlığa gelmiş. Şah hiddetlenmiş:

- Ahmet Han! “Şahane” bir konak olmuş burası. Çok güzel!

Ahmet Han başını yerden yavaşça kaldırmış, kimsenin beklemediği bir cevabı yapıştırmış:

- Sahibi daha da güzel!

İran şahı çok hiddetlenmiş kendisini küçümser gibi konuşulmasından. Korumalarının elleri Ahmet Han’ın boynunu oracıkta almak için kılınçlarının kabzalarına uzanırken, öfkeyle haykırmış şah:

- Demek öyle seni densiz! Kimmiş sahibi bakalım buranın!

- Hazreti Hüseyin‘dir efendim!

Konağını o dakika Hz. Hüseyin’e vakfeden Ahmet Han, böylelikle hem evini hem de boynunu kurtarmış… Bugün, halkın “Hoseyniye Emini” yani “Hüseyin’e emanet” dediği bu konak, İran’ın “ulusal hazine”lerinden biri ilan edilmiş durumda. Camlaşıncaya kadar inceltilen ve renklendirilen gergedan derisiyle kaplı bu konağın eşsiz vitrayları, insana dev bir Karagöz-Hacivat sahnesinin içinde olduğunu düşündürür…

43) Peygamberiyye: Yine Kazvin’deyiz. İranlılar için çok kutsal olan Peygamberiyye Türbesi, dua etmeye gelen insanlarla dolup taşar. Asıl ilginç olan, burada bir tarikat şeyhinin değil. dört Yahudi peygamberinin gömülü olmasıdır! İsimlerinin Kuran’da da geçtiği söylenen ve İranlıların dua etmek için gittiği peygamberlerin isimleri şöyle: Selam, Solum, Elkiya ve Suhuli.

44) Pilavın hasının yapıldığı yerdir İran. İran pilavının altında yufkadan bir tabaka (tedik), içinde zereşk gibi ekşi/tatlı kuş üzümleri ve İran fıstıkları, pilava rengini veren zerdeçal, üstündeyse enfes kokusunun sebeb-i hikmeti safran vardır. Pilav tüm bu zenginliğine rağmen “kuru kuru” yenmez İran’da. Yanına kesinlikle bir başka öğün daha eşlik eder! (Hatırlattığı için Atilla Aktuna‘ya teşekkürler)

45) İran halkının yaklaşık yüzde 95′i genel sağlık sigortasının kapsamındadır. Bu da yetmezmiş gibi, sağlık hizmetleri de son derece ucuzdur. Van, Hakkari ve Ağrı gibi sınır kentlerinde yaşayanlar bu nedenle diş çektirmeye bile İran’a gider!

46) Heft Sin: İranlıların her yıl baharın ilk günü kurduğu Nevruz sofrası, son derece ilginçtir. Sofraya S harfi ile başlayan ve herbiri muhteşem bir derinlik içeren yedi sembol konur. Bunlar Sib (Elma, güzelliğin ve sağlığın simgesi), Sirke (İhtiyarlık ve sabır), Sümbül (Baharın gelişi), Sebzi (Buğday-arpa ya da mercimek sürgünü, yeniden doğumun simgesi), Sumak (ilkbahar güneşinin rengi), Sir (Sarmısak, tıbbın simgesi) ve Semenu‘dan (bir çeşit tatlı, zenginliğin simgesi) oluşur. Bunların dışında ayna (güzellik), iki uzun mum (aydınlık), balık (21 Mart ile elveda edilen balık burcunun simgesi), su dolu gümüş kasenin içine konan portakal (uzayda gezen dünya) ve iki kutsal kitap (İncil, Kur’an ya da Avesta’dan birine Firdevsi’nin Şahnamesi ya da Hafız’ın divanı eşlik eder) da bu nevruz sofrasında yerini alır. Bu sofrada kadim bir medeniyetin bilime, tıbba, astronomiye ve şiire olan tutkusunu bulabilirsiniz! (Murat Ağalday’a selam)

47) İran’da Nevruz’un sizi şaşırtan alışkanlıklarından bir diğeri de “Hacı Piruz” adındaki teatral kişiliktir. Siyaha boyalı yüzü ve baştan ayağa kırmızı kostümü ile Hacı Piruz, orkestrası ile sokakları arşınlarken çocukların da sevgilisi olur. Bu geleneğin asıl ilginç yanı, kökenini Sümer/Babil tanrılarından Tammuz‘u anma törenlerinden almasıdır. Temmuz ayının adını nereden aldığını sanıyorsunuz? :)

48) İran’da Nevruz’un en güzel adetlerinden biri, mart ayında pazarda neredeyse tüm yumurtaların boyanarak satılmasıdır. Siz hiç yumurta seçerken zorlandınız mı?

49) İran’da 4.000 yıldır kutlanılan bir diğer bayram da kışın gelişinin kutlandığı (21 Aralık) Yelda‘dır. Kökenlerini güneş tanrısı Mithra’nın doğumundan alan bu bayram, Romalıların Saturnalia ve Sol Invicta şenliklerinden de izler taşır. Dünyada Babilliler, Persler ve Romalıların kutladığı ve hâlâ kutlanılan başka bir bayram daha gösterebilir misiniz?

50) Demavend, 5671 metrelik zirvesiyle (Ağrı Dağı 5137 metre) dağcılığa kıyısından köşesinden bulaşmış hemen herkesin bir gün çıkmayı hayal ettiği zorlu bir rakiptir. (Erdem Özsoysal‘ın İran’ı sevme nedeni)

51) Furuğ Ferruhzad, Modern İran Şiiri’nin hüzünlü, gizemli, baştan aşağı dişilik içeren sesidir. Nilgün Marmara gibi o da erken gidenlerden… (Murat K. Girgin‘e teşekkürler)

52) İran’da karikatüristler, ressamlar, yazarlar, geleneksel el sanatları ustaları için sanat çarşıları vardır. Bu çarşılarda dükkân açmak çok ucuz, küçük bir köşede tezgâh açmak ise bedavadır! Bu çarşıda sanatçılara yemek çıkar, elektrik su gibi giderlerse vakıflar tarafından karşılanır. (F. Günindi’nin önerisi)

53) Mevlana Celaleddin Rumi tüm eserlerini Farsça dilinde yazmıştır. Mevlana’yı anlamak için “çeviri olan” Türkçe’den değil, asıl dili olan Farsçasından okumak gerekir. Mevlana’yı okudukça Farsça’yı, Farsça’yı okudukça Mevlana’yı seversiniz. İran’da ortaokullarda dört yıl boyunca okutulur “Mesnevi”…

54) Ali Şeriati: İran İslam Devrimi’nin fikir babalarından birisidir. İslam devrimi Humeyni’nin ellerinde onun hayal ettiğinden çok farklı noktalara evrilmiş, sonunda Humeyni’nin kanlı ajanları tarafından öldürülmüştür. “Doğu’nun Karl Marx’ı” da denen Ali Şeriati, Das Capital’dakinin aksine, son derece anlaşılır ve yüreklere işleyen lirik bir dil kullanır. Öğrencilerine “Müslüman olamıyorsanız, en azından Marksist olun” diyecek kadar açık görüşlü bir düşünce adamı olan Ali Şeriati, Sartre’a “I have no religion, but if I were to choose one, it would be that of Shariati’s” dedirtecek türden bir filozoftur. Ali Şeriati’nin bence en güzel sözlerinden biri şudur: “Zenci Bilal’in kalbinin fethi; Endülüs kıyılarının fethiyle yanyana düşünülemeyecek kadar büyüktür…” (Manhem gönderdi)

55) Orhan Pamuk’un “Benim Adım Kırmızı”da da bolca ve hayranlıkla bahsettiği Behzad’ı (1450-1535) unutmamamız gerek. O İran’ın gelmiş geçmiş en meşhur minyatür ustasıdır. (Bu madde Ertan Asan’dan)

56) Bir diğer minyatür ustası olan Reza Abbasi‘nin (1565-1635) adına kurulan müze, dünyanın en büyük minyatür ve hat koleksiyonunu barındırır. Tahran’a yolu düşen herkesin kesinlikle uğraması gereken bu müze, M. Ö. 2.000′lerden bugüne uzanan muazzam bir yerdir. Müzenin Azeri müstahdemleri Türk olduğunuzu duyduğunda size muhteşem bir ilgi gösterecektir :). Bütün müzeyi elinizde ince belli çay bardağıyla gezebilir, muhteşem minyatürlerin karşısında yere oturup, seyre dalarak keyifle çayınızı yudumlayabilirsiniz…

57) Çehelçerag (Kırk mum): İran’da sokakta yürüken karşınıza aynalardan ve küçük ampullerden oluşan küçük bir tak çıkarsa sakın şaşırmayın. O evde genç bir çocuk ya da delikanlı ölmüştür ve ailesi bu “erken ölüm” için yastadır. Rüzgârda salınan ayna ve lambalar, o gencin ışıltısını, cıvıl cıvıl neşesini sembolize eder.

58) Safevilerin Erdebil’den sonra ikinci başkenti olan Tebriz’in orta yerinde, karşılıklı duran iki çarşı vardır. Karşılıklı duran ama birbirine kavuş(a)mayan bu iki çarşıdan birinin adı Mevlana, diğerininkiyse “Şems-i Tebrizi”dir :)

59) İran’da eski pazarlarda esnaflar hâlâ abaküs (Çortke) kullanır. Üç haneli rakamların çarpma işleminin nasıl büyük bir hızla yapıldığını gördüğünüzde, şaşkınlıktan küçük dilinizi yutabilirsiniz.

60) İran “şiirin kutsal, şairin ise evliya” kabul edildiği yeryüzündeki “son edebiyat cenneti”dir. Şairler sadece günlük yaşamda değil, ölümden sonra da ayrıcalıklıdır. Mezarlıkları bile anıtsaldır! Tebriz’deki “Şairler Mezarlığı“nda ünlü şair Şahriyar’ın yanında 600 şair daha yatar! Dünyanın en duygusal, en “şairane” mezar taşları buradadır :)

61) 2004 yılı itibariyle İran’da 35 milyon kişi kütüphanelere gitti. Ülkede geçtiğimiz yıl satılan kitap sayısı ise 81 milyonu geçti.

62) Tek başına Sadık Hidayet için bile sevilir İran.

63) Dünyanın en zengin ve dokunulmamış sub-tropikal mercan resifleri Kızıldeniz’de değil, İran Körfezi’ndeki Kişm Adası’ndadır.

64) Dimdik bir yamaçta kurulmuş bir Doğu Karadeniz yaylası köyünü düşünün. Yamaç o kadar dik olsun ki, her evin bahçesi, aynı zamanda alt sıradaki evin tavanı olsun! Bu kentte sarhoşlar dengesini kaybedip düştüğünde tavandan içeri girsin ve buna kimsecikler şaşırmasın! Burası Masule’dir…

65) Hatemkâri, İran’ın el işi sanatlarının belki de en yaygın olanıdır. Ahşap üzerine metal, renkli taş ve fildişi kakma yöntemi ile üretilen hatemkâri, geometrik formların tekrarını içerir. (Nicomedian‘ın İran’ı sevme nedenlerinden biri)

66) İran’da medreselerin avlularında ve bazı eski çarşıların içinde, bakırcılarla kalaycıların arasında bir yerlerde Nogrekâriciler vardır. Nogrekâri, sabrın öğretilmesi için medrese talebelerine yaptırtılan ve küçük elli çırakların küçük bir tığ ve çekiçle bakırın üzerine noktalar atarak resim çizme ve bu resmi kalay, kömür karası, asit yedirme gibi tekniklerle renklendirme sanatına verilen isimdir. Bir büyük boy tepsinin Şahname’den ya da Gülistan’dan bir sahneyle betimlendirilmesi, bazen iki yılı bile alabilir…


67) Mukarnas: Yukardaki resme bakın ve buradaki form içbükey mi yoksa dışbükey mi bulmaya çalışın :) İşte Mukarnas sanatı budur :)

68) Hayyam’dan 100, Mevlana’dan ise 250 yıl önce yaşayan Hemedanlı Baba Tahir Üryan, sokaklarda çıplak dolaştığı için ona bu isim uygun görülmüş. En kudretli sultanların bile saygı duyduğu bu dörtlük ustası, muhteşemdir: Dünyadan
yolcuyum-gidiş ta öteye; / Çin’den çok uzaktır-yöneliş ta öteye. / Bir bir sorarım rastladığım yolculara: / “Son geldi mi? Son yıldız için yol nereye?”

69) Kapı kulplarının cinsiyeti vardır Kazvin’in (Bkz: 42. madde) eski evlerinde… Tok sesli ve ağır olanlar erkekler içindir; kadınlarınki ise ince, narin bir ses çıkarır. Evdekiler böylelikle kapının sesinden gelenin cinsiyetini anlar, tatsız kazalar önlenirmiş!

70) Cennetin neye benzediğini merak ediyor musunuz? Yaşayan en büyük minyatür ustası Mahmud Farsciyan‘ın resimlerine bakın.

71) İran, Türkiye’den sonra dünya üzerinde en çok Türkçe konuşulan ülkedir. Ülke sınırları içinde yaşayan yaklaşık 10-12 milyon Azeri’nin dışında, çok sayıda Türkmen, Afşar, Kaşkay Türkü ve Özbek bulunur. (Mehmet’in önerisi)

72) İran’ın milli sporlarından Zurhane, devasa boyutlarda lobutların tavana kadar atılıp tutulduğu, vücudun esnekliğini ve dayanıklığını gösteren bir tür “tekke sporu”dur. Gazelhanları, dedesi, dervişleri, tefi ve nakkareleri ile bir spordan çok ibadeti çağrıştırır.

73) Dünyanın en güzel mavisine adını veren Firuze taşının (turkuvaz) en saf hali, Nişabur’un yakınındaki “Kan” köyünden çıkar. “Nişaburi” adı verilen bu taş, binde bir çıkar ve mavisinin derinliğinden ötürü insanın gözünü ayırmakta zorlandığı söylenir.

74) Başlangıçta göz yanması, sonraları miyopluk, katarakt ve hatta körlüğe dahi yol açan bir el sanatıdır Simkâri (Adında yanılmış olabilirim). Deliği gözle görülmeyecek kadar küçük bir iğnenin deliğinden geçirilen gümüş ipliklerle kelimenin tam anlamıyla “yorgan örülür”. Gümüş ipliğin parlaması işi daha da zorlaştırır. Bazı simkâri işlerinde bileziğin iki yanından biri daha fazla hatalıdır, muhtemelen o yorganı diken genç kız miyoplaşmaya/körleşmeye başlamıştır :(…

75) Ferideddin-i Attar: “Efsaneye göre, kuşlar, sultanları Simurg’u bulmak üzere toplanıp yola çıkarlar bir gün… / Yol uzun, yolculuk zorludur. / “Aşk Denizi”nden geçerler önce…” / “Ayrılık Vadisi”nden uçarlar. / “Hırs Ovası”nı aşıp, “Kıskançlık Gölü”ne saparlar…” / Kuşların kimi Aşk Denizi’ne dalar, kimi Ayrılık Vadisi’nde kopar sürüden… / Kimi hırslanıp düşer ovaya, kimi kıskanıp batar göle… / Yolculuk bittiğinde, Kaf Dağı’nın ardına sadece 30 kuş varabilmiştir. / Sultanları Simurg’u bulamazlar orada… / Sonunda sırrı, sözcükler çözer: / Farsça “si”, “otuz” demektir. / “murg” ise “kuş”… / “30 kuş”, anlar ki, aradıkları sultan, kendileridir. / Ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur…” (Metni Ekşisözlük’ten ödünç aldım)

76) Uçsuz bucaksız uzanan fıstık ağacı bahçelerinin ülkesidir İran.

77) Mescidi İmam: Şah Abbas zamanında yapılan camiinin çinileri akıllara zarardır. Renk meraklıları eskaza kendilerini kaptırırlarsa, kubbede ve cephede her an değişen ışık oyunlarıyla renkten renge çinileri, ortaya çıkıp kaybolan desenleri seyretmekten başka bir şey yapamazlar. Müptelası olup her saat, her dakika “acep şimdi mavinin hangi tonunda karar kalmıştır çiniler?” diye dert sahibi olurlar. (Bu da Özcan Yurdalan‘dan olsun)

78) 1001 Gece Masalları’nın anavatanı, doğal sahnesidir İran.

79) Yeni bir çocuk doğduğunda, İranlılar isim için ya Şahname’ye ya da 1001 Gece Masalları’na bakar.

80) İran üniversitelerin ülkesidir. Ülke içinde 54 devlet üniversitesi, 42 tıp fakültesi (bunlar üniversitelerden ayrıdır) ve 289 özel/vakıf üniversitesi faaliyet gösteriyor. Yüksek öğretimin kalitesinin yüksek ve “ücretsiz” olması, ülkenin boktan rejimiyle birleştiğinde çok acı bir sonuca yol açmış: Beyin göçü… Uluslararası Para Fonu’nun raporuna göre, İran dünyanın en çok beyin göçü veren ülkesidir. Bir başka deyişle, her yıl ülkeden kaçan 150.000 genç…

81) Türkiye gibi “çekiştirebildiği kadar batıda, istemediği kadar doğuda” bir ülke değildir İran… Doğuludur ve bunu kabul eder. Doğulu olmaktan utanmaz, kendini olmadığı bir şeymiş gibi göstermez. Yaşadığı coğrafyayla barışık bir ülkedir İran.

82) İran’ı en güzel anlatan deyimlerden biridir “Acem mübalağası”… Deyimdeki gibidir her şey, bir şey ya çok kötüdür ya da gerçek olamayacak kadar güzel… Bir bakarsınız masalsı bir diyardır, bir bakarsınız bombok bir memlekettir İran. Bu yanıyla da Türkiye’ye çok benzer. Ama çok daha uçlarda, çok daha aşırı yaşanır her şey

5 Şubat 2015 Perşembe

Film Önerileri

Son dönemde fragmanını izlediğim filmler içerisinde en beğendiğim film ve bence erkek oyuncu dalında Oscar alması gereken film Theory Of Everything (Herşeyin Teorisi) ve başrol oyuncusu Eddie Redmayne. Muhteşem bir film, mutlaka izlemelisiniz . 

American Sniper, Selma konusu itibarı ile çok ilgimi çekmiyor ve henüz izleme fırsatı bulamadım. Birdman'in bir kısmını izleme fırsatım oldu açıkcası çok sıkıcı bir başlangıcı vardı ve sürükleyici bulmadım.

Grand Budapest Hotel (Büyük Budapeşte Oteli) en iyi film dalında Oscar alır, değişik bir filmdi ve güzeldi. Boyhood (Çocukluk) kesinlikle güzel bir film, konu ve işleyiş enteresan.

Whiplash pek o kadar güzel bir film değil ama izlemeye değer.  

Diğer bir beğendiğim film ise Imitation Game, kaçırılmaması gereken bir film olduğunu düşünüyorum.


31 Aralık 2014 Çarşamba

Mutlu Yıllar

2015'in ülkemize, milletimize ve tüm dünyaya barış ve huzur getirmesini, savaşların olmadığı, çocukların ölmediği, kadın cinayetlerinin ve kadına karşı şiddetin son bulduğu, hayvanların yaşam haklarına saygı gösterilen, her türden radikalizmin son bulduğu aydınlık bir yıl olmasını dilerim.


18 Haziran 2014 Çarşamba

Yaz Tatili 2014

Bir yıldır beklediğimiz tatil dönemi geldi, yazın sıcakları kendini her senedekinden fazla hissettirdiği şu günlerde denize kavuşma motivasyonumuz artık pik yaptı. Peki bu sene için tatilde nereye tercih edeceğiz? Bilinen ve denenmiş olan her zaman en iyisidir prensibi doğrultusunda yine yeniden Adrasan yolları bizi bekliyor. Macit'in şirin işletmesinde 28 Haziran gibi giriş yapıp, 2 hafta dinleneceğiz. Hem ekonomik ve hem de sakin bir tatil için tercih edilebilecek bir mekan. Umarım tatilden mutlak bir arınma ve tam dinlenmiş bir beden ile dönüp, hayata kaldığımız yerden devam edeceğiz..

28 Mart 2014 Cuma

Öylesine

28 Mart 2014'den bugüne ülkemizde ve dünyamızda yaşanan olayların pek de iç açıcı olmadığını, ve o tarihteki sözünü ettiğim olumsuz etkilerin halen devam ettiğini ve hatta artarak devam ettiğini söylemek çok da hatalı olmaz. 

O tarihteki kötülüklere ilaveten 2 yılımız Covid 19 felaketi ile mücadele ile geçti. Ülkemizi ağır bir şekilde etkilemekte olan yüksek enflasyon ve beraberinde insanların yaşamında derin bir şekilde hissettiği  refah kaybı, İstanbul genelinde ev fiyatlarındaki anormal artışlar ve bunun bir sonucu olarak bu şehirde yaşayan ev sahibi olmayan insanların geleceğe dair artan endişeleri... 

Ramazan bayramının birinci gününe denk gelen bu günde bir bayram dileği olarak umarım bu olumsuzluklar son bulur ve aydınlık güzel günler gelir.

                                                                28 Mart 2014 Tarihli yazı

Kışın son demlerini tamamladığını ve ilkbaharın uç verdiğini düşündüğüm bu hafif yağmurlu, soğuk olmayan ama ılık günlerde, doğa ile beraber iç dünyamda bir aydınlanma ve canlanma bekliyorum. Tüm ülke insanlarının da benzer beklentiler içerisinde olduğunu tahmin ediyorum. Ancak son günler ve hatta son seneler pek de olumlu beklentiler sunmuyor.

Sanki çok uzun bir süredir dünyamız ve insanlık, yıkıcı ve olumsuz bir sihir etkisinde. Bu etkilerin bireyleri de olumsuz etkilemesi kaçınılmaz. Savaşlar, sel felaketleri, tsunamiler, nükleer santrallerden sızıntılar aklıma ilk anda gelenler.

Ülkemizde ise son günlerde olanlar yeteri kadar sıkıcı, üzülmemek elde değil. Siyasetteki abuk sabuk ucube işlerin dışında bir de ülkemizin en önemli kurumlarının en yetkin kişileri toplantı yapıyor ses kayıtları internete düşüyor, korkutucu bir durum. Bir vatandaş olarak çok üzüldüm.

Aklıma Lozan konferansında 12 adaları İngiliz istihbaratının telgrafları önceden okuması sonucu teslim ettiğimize dair olay geldi. Kurduğunuz, kurguladığınız veya üzerinde çalıştığınız herhangi bir gizli bilgi sizden önce rakiplerinizin eline geçerse, sizin adınıza normalde olabileceğinden daha kötü sonuçlar doğuracağı beklenir.

Bu tür kötü olaylar insanlığın güzel ve aydınlık bir geleceğe ve barış dolu herkesin güzel yaşayabileceği bir yaşama dair naif umutlarını söndürüyor. Umutlar söndükçe karanlıklar derinleşiyor...

Sevgi dolu güzel günlere olan özlemle..

17 Mart 2014 Pazartesi

Günün güzeli

LAVİNİA
Sana gitme demeyeceğim
Üşüyorsun ceketimi al
Günün en güzel saatleri bunlar
Yanımda kal

Sana gitme demeyeceğim
Gene de sen bilirsin
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim
İncinirsin

Sana gitme demeyeceğim
Ama gitme Lavinia
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme Lavinia

Özdemir ASAF

14 Mart 2014 Cuma

Günün güzeli

DEĞİŞİM 
 
İnce uzun bir hayvan 
Çarpıyor 
Çarpıyor 
Çarpıyordu kendini taşlara. 
Canı mı sıkılıyor 
Can mı çekişiyordu yoksa? 
Yok efendim dedi yanımdaki adam  
Gömlek değiştiriyor yılan 
Bu hallerden anlarız dedi az çok 
Biz de sınıf değişmiştik bi zaman 
 

                      Can YÜCEL

19 Şubat 2014 Çarşamba

Çekici Terörü

Dün gece saat 21:00 sıraları gidip Karaköy Güllüoğlu'nda bir baklava yiyelim istedik. Arkadaşların arabası ile gittik ve liman işletmelerinin karşı sokağında park ettik. Gecenin o saatinde çekicinin görevde olmayacağını düşündüğüm için bir şey olmaz olursa ceza benden dedim. Baklavaları keyifle yedik ve geri döndük bir de baktık ki araba gitmiş. Nereye çekilmiş gecenin bu saatinde hiç çalışmayan yoldan ve hangi trafik akışını engellediğimiz için çekilmiş? Taksiye bindik ve 15 lira verip Kasımpaşa'da bulunan Kahraman otoparkına gittik. 70 lira çekici ve 10 lira otopark ücreti ödeyip arabayı aldık, 77 lirada park cezası gelecek. Benim burada anlamadığım şey gecenin o saatinde inin cinin top oynadığı sokaklardan araba çekmenin ne gereği var? Buradan elde edilen paralar kimin cebine gidiyor? Devlet ceza düzenlemeyi istiyorsa memur hatalı park cezasını arabanın üzerine koyamaz mı? Bu Türkiye'de işler ne zaman düzgün yapılacak, olması gerektiği gibi. Osmanlıdan bugüne gelen kötü alışkanlıklardan ne zaman vazgeçilecek? Benim hayatım bunu görmek için yeterli olmayacak gibi..

27 Ocak 2014 Pazartesi

Telefon Tacizcileri

Yeni yılla birlikte değişmeyen tek şey telefon tacizleri oldu. Bir alışveriş merkezinde öğrenci olduğu için üzülerek anket doldurma gafletinde bulundum. Hemen çekilişle bana ve eşime hediye çıktığını bildirdiler Bakırköy'de adını bilemediğim bir otelde toplantı yapıyorlarmış yemek ve ikramlar bedavaymış!!! Katılıp hediyemi alsaymışım :) çok şanslı olduğum için tuttuğum altın olur zaten. Her neyse bu konu ile ilgili 10 kadar telefon aldım, her seferinde telefon gelen numarayı iphone'da yeni çağrı yasaklama opsiyonuyla yasakladım. Ama adamlar çok ısrarcı en sonunda birisine fırça attım daha aramıyorlar. Bu arada yeni yılda da  Digitürk, Türk Telekom tacizcilikte sıralama başında :) Hastaneleri de unutmamak lazım. Hayır benim paramı almak için değil de gerçekten hatırımı sormak için arasalar :) Telefonu açıyorum Ünal Bey'le mi görüşüyorum diyerek konuya giriyorlar. Ne diyeyim hayır görüşmüyorsunuz mu desem acaba! Evet dediğimde nasılsınız diyor, ne demeli size ne filan mı diyeceksin, olmuyor tabii. Böylece müsait değilim diyene kadar 1-2 dk. geçiyor, sizin işiniz varmış kimin umurunda! Bugün itibarı ile 2 tel Digitürk'ten 0850 228 12 68 diğer bir numara 0850 210 37 75 bu numaralardan sonra yeni bir oyuncu sahaya giriş yapmış, belki beni ilk aramaları olabilir :) 0212 232 12 22 burası da Green Peace.
 Bu arada Cumartesi sabah sabah bir telefon 0530 246 92 43 ağlak sesli bir kadın, hayırlı günler dilerim Ünal bey'le mi görüşüyorum. Evet benim buyrun, iyisiniz inşaallah :) sabah sabah cinler tepeme sıçrıyor, sonra kutlu doğum haftası dolayısıyla dedi ve bende demesiyle bu tür konularla ilgim yok iyi günler dedim. Hayır anlamıyorum bu kadar kuruma benim telefonumu adımı soyadımı  hangi kurum temin ediyor. Saçmalıklar ülkemde son bulmayacak vesselam. 

Birde akıllı telefonlar için proğram önerim olacak, CIA adlı yazılım bilinmeyen numaraların hepsi için size bilgi sağlıyor, tabii ki başka telefonların rehberlerinde veya internette kayıt bulunuyorsa.
Bu yazılımın çalışma mantığı ise;  

2 Ocak 2014 Perşembe

Hoşgeldin 2014

Yılın 2.günü, yeni yıl tüm insanlığa aydınlanma, iyilik ve güzellikler getirsin.

17 Aralık 2013 Salı

Muhteşem Gatsby

The Great Gatsby filmin orijinal adı, başrollerde Leonardo Di Caprio oynuyor, şu bir gerçek bazı oyuncuların ve bazı yönetmenlerin kötü filmi yok..Örneğin Tom Hanks'de benim için bu aktörlerden birisi, yönetmenler ise Francis Ford Coppola, Stanley Kubric, Steven Spielberg, sinemaya şahaserler kazandırmış büyük yönetmen Quentin Tarantino sayılabilir. Bu filmde anlatılan hikayeden çok beni etkileyen 1921 yılındaki Amerika ve ülkemizin o gün içinde bulunduğu koşullar. Bu filmle aramızda kaç yıllık bir gelişme farkı olduğu konusunda bir fikir sahibi olabilir ve hamasi fikirlerinizi (eğer varsa) yeniden gözden geçirebilirsiniz..

15 Aralık 2013 Pazar

Benim Adım Khan

Son zamanlarda izlediğim en güzel filmlerden bir tanesi, orijinal adı My Name is Khan, 2010 yılında vizyona girmiş başrollerini Shahrukh Khan ve Kajol tarafından paylaşılıyor. Mutlaka izlenilmesi gereken bir film ancak bir kötü yönü sizi sarsması ve çok ağlatması olacaktır.

14 Aralık 2013 Cumartesi

Yeni izlediğim filmler

Kaptan Philips - Tom Hanks başrollerde, güzel bir film ama çok da güzel değil. İzlerken sıkılmazsınız ama sinemada izlenilecek film değil. Tipik bir amerika propogandası.
Tamam mıyız? Çağan Irmak filmi. İstinye Park Cinemaximum'da izledim. Seyirciyi ağlatabilmek için çok kasmış. Oyunculardan gay karakterini oynayan çocuğun performansını beğendim. Başarılı bir hikaye yok, karakterler oturmamış. Sinemada izlenmeye değer bulmadım.
Açlık Oyunları - The Hunger Games İstinye Park Cinemaximum'da izledim. Pek başarılı olduğunu söyleyemem. Sıkıcı da değil ama sinemada izlenmeye değmez.


11 Aralık 2013 Çarşamba

Kar

Bugün uzun zamandır beklenilen kar yağdı. Sabah site içerisinde yerde 10 cm civarında bir karla karşılaştım, 4 adet kar lastiğini pazar günü Bridgestone bayisinde takdırdığım için problemsiz bir şekilde yola çıktım. Otoyol her zaman  olduğu gibi kalabalıktı dura kalka 2 saatlik bir yolculukla 10:30 gibi ofise varabildim. Bir ara kar yağışının doluya dönmesi ile sıkıntılı bir sürüş yaşadıysam da genel olarak başarılıydı. Şunu söyleyebilirim, kar lastiği güzel bir şeymiş :)

10 Aralık 2013 Salı

10 Aralık Dünya insan hakları gününüz kutlu olsun!

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu'nun Haziran 1948'de hazırladığı ve birkaç değişiklik yapıldıktan sonra 10 Aralık 1948'de, BM Genel Kurulu'nun Paris'te yapılan oturumunda kabul edilen 30 maddelik bildiridir.

Bildirinin imzalandığı 10 Aralık, Dünya İnsan Hakları Günü olarak kutlanır.

Önsöz

İnsanlık ailesinin bütün üyelerinde bulunan haysiyetin ve bunların eşit ve devir kabul etmez haklarının tanınması hususunun, hürriyetin, adaletin ve dünya barışının temeli olmasına,
İnsan haklarının tanınmaması ve hor görülmesinin insanlık vicdanını isyana sevkeden vahşiliklere sebep olmuş bulunmasına, dehşetten ve yoksulluktan kurtulmuş insanların, içinde söz ve inanma hürriyetlerine sahip olacakları bir dünyanın kurulması en yüksek amaçları oralak ilan edilmiş bulunmasına,
İnsanin zulüm ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya mecbur kalmaması için insan haklarının bir hukuk rejimi ile korunmasının esaslı bir zaruret olmasına,
Uluslararasında dostça ilişkiler geliştirilmesini teşvik etmenin esaslı bir zaruret olmasına,
Birleşmiş Milletler halklarının, Antlaşmada, insanın ana haklarına, insan şahsının haysiyet ve değerine, erkek ve kadınların eşitliğine olan imanlarını bir kere daha ilan etmiş olmalarına ve sosyal ilerlemeyi kolaylaştırmaya, daha geniş bir hürriyet içerisinde daha iyi hayat şartları kurmaya karar verdiklerini beyan etmiş bulunmalarına,
Üye devletlerin, Birleşmiş Milletler Teşkilatı ile işbirliği ederek insan haklarına ve ana hürriyetlerine bütün dünyada gerçekten saygı gösterilmesinin teminini taahhüt etmiş olmalarına,
Bu haklar ve hürriyetlerin herkesçe aynı şekilde anlaşılmasının yukarıdaki taahhüdün yerine getirilmesi için son derece önemli bulunmasına göre,
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu,
İnsanlık topluluğunun bütün fertleriyle uzuvlarının bu beyannameyi daima gözönünde tutarak öğretim ve eğitim yoluyla bu haklar ve hürriyetlere saygıyı geliştirmeye, gittikçe artan milli ve milletlerarası tedbirlerle gerek bizzat üye devletler ahalisi gerekse bu devletlerin idaresi altındaki ülkeler ahalisi arasında bu hakların dünyaca fiilen tanınmasını ve tatbik edilmesini sağlamaya gayret etmeleri amacıyla bütün halklar ve milletler için ulaşılacak ortak ideal olarak işbu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni ilan eder.

Madde 1

Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidirler.

Madde 2

Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer herhangi bir akide, milli veya içtimai menşe, servet, doğuş veya herhangi diğer bir fark gözetilmeksizin işbu Beyanname’de ilan olunan tekmil haklardan ve bütün hürriyetlerden istifade edebilir.
Bundan başka, bağımsız memleket uyruğu olsun, vesayet altında bulunan, gayri muhtar veya sair bir egemenlik kayıtlamasına tabi ülke uyruğu olsun, bir şahıs hakkında, uyruğu bulunduğu memleket veya ülkenin siyasi, hukuki veya milletlerarası statüsü bakımından hiçbir ayrılık gözetilmeyecektir.

Madde 3

Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti her ferdin hakkıdır.
Madde 4
Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz; kölelik ve köle ticareti her türlü şekliyle yasaktır.

Madde 5

Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayriinsani, haysiyet kırıcı cezalara veya muamelelere tabi tutulamaz.

Madde 6

Herkes her nerede olursa olsun hukuk kişiliğinin tanınması hakkını haizdir.

Madde 7

Kanun önünde herkes eşittir ve farksız olarak kanunun eşit korumasından istifade hakkını haizdir. Herkesin işbu Beyanname’ye aykırı her türlü ayırdedici mualeleye karşı ve böyle bir ayırdedici muamele için yapılacak her türlü kışkırtmaya karşı eşit korunma hakkı vardır.

Madde 8

Her şahsın kendine anayasa veya kanun ile tanınan ana haklara aykırı muamelelere karşı fiilli netice verecek şekilde milli mahkemelere müracaat hakkı vardır.

Madde 9

Hiç kimse keyfi olarak tutuklanamaz, alıkonulanamaz veya sürülemez.

Madde 10

Herkes, haklarının, vecibelerinin veya kendisine karşı cezai mahiyette herhangi bir isnadın tespitinde, tam bir eşitlikle, davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından adil bir şekilde ve açık olarak görülmesi hakkına sahiptir.

Madde 11

  1. Bir suç işlemekten sanık herkes, savunması için kendisine gerekli bütün tertibatın sağlanmış bulunduğu açık bir yargılama ile kanunen suçlu olduğu tespit edilmedikçe masum sayılır.
  2. Hiç kimse işlendikleri sırada milli veya milletlerarası hukuka göre suç teşkil etmeyen fiillerden veya ihmallerden ötürü mahkum edilemez. Bunun gibi, suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha şiddetli bir ceza verilemez.

Madde 12

Hiç kimse özel hayatı, ailesi, meskeni veya yazışması hususlarında keyfi karışmalara, şeref ve şöhretine karşı tecavüzlere maruz bırakılamaz. Herkesin bu karışma ve tecavüzlere karşı kanun ile korunmaya hakkı vardır.
Madde 13
  1. Herkes herhangi bir devletin sınırları dahilinde serbestçe dolaşma ve yerleşme hakkına haizdir.
  2. Herkes, kendi memleketi de dahil, herhangi bir memleketi terketmek ve memleketine dönmek hakkına haizdir.

Madde 14

  1. Herkes zulüm karşısında başka memleketlerden mülteci olarak kabulü talep etmek ve memleketler tarafından mülteci muamelesi görmek hakkına haizdir.
  2. Bu hak, gerçekten adi bir cürüme veya Birleşmiş Milletler prensip ve amaçlarına aykırı faaliyetlere müstenit kovuşturmalar halinde ileri sürülemez.

Madde 15

  1. Her ferdin bir uyrukluk hakkı vardır.
  2. Hiç kimse keyfi olarak uyrukluğundan ve uyrukluğunu değiştirmek hakkından mahrum edilemez.

Madde 16

  1. Evlilik çağına varan her erkek ve kadın, ırk, uyrukluk veya din bakımından hiçbir kısıtlamaya tabi olmaksızın evlenmek ve aile kurmak hakkına haizdir. Her erkek ve kadın evlenme konusunda, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit hakları haizdir.
  2. Evlenme akdi ancak müstakbel eşlerin serbest ve tam rızasıyla yapılır.
  3. Aile, cemiyetin tabii ve temel unsurudur, cemiyet ve devlet tarafından korunmak hakkını haizdir.

Madde 17

  1. Her şahıs tek başına veya başkalarıyla birlikte mal ve mülk sahibi olmak hakkını haizdir.
  2. Hiç kimse keyfi olarak mal ve mülkünden mahrum edilemez.

Madde 18

Her şahsın, fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır; bu hak, din veya kanaat değiştirmek hürriyeti, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca, açık olarak veya özel surette, öğretim, tatbikat, ibadet ve ayinlerle izhar etmek hürriyetini içerir.

Madde 19

Her ferdin fikir ve fikirlerini açıklamak hürriyetine hakkı vardır. Bu hak fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, memleket sınırları mevzubahis olmaksızın malümat ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek veya yaymak hakkını içerir.

Madde 20
  1. Her şahıs saldırısız toplanma ve dernek kurma ve derneğe katılma serbestisine maliktir.
  2. Hiç kimse bir derneğe mensup olmaya zorlanamaz.

Madde 21
  1. Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.
  2. Her şahıs memleketin kamu hizmetlerine eşitlikle girme hakkını haizdir.
  3. Halkın iradesi kamu otoritesinin esasıdır; bu irade, gizli şekilde veya serbestliği sağlayacak muadil bir usul ile cereyan edecek, genel ve eşit oy verme yoluyla yapılacak olan devri ve dürüst seçimlerle ifade edilir.

Madde 22

Her şahsın, cemiyetin bir üyesi olmak itibariyle, sosyal güvenliğe hakkı vardır; haysiyeti için ve şahsiyetinin serbestçe gelişmesi için zaruri olan ekonomik, sosyal ve kültürel hakların milli gayret ve milletlerarası işbirliği yoluyla ve her devletin teşkilatı ve kaynaklarıyla mütenasip olarak gerçekleştirilmesine hakkı vardır.
Madde 23
  1. Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.
  2. Herkesin, hiçbir fark gözetilmeksizin, eşit iş karşılığında eşit ücrete hakkı vardır.
  3. Çalışan her kimsenin kendisine ve ailesine insanlık haysiyetine uygun bir yaşayış sağlayan ve gerekirse her türlü sosyal koruma vasıtalarıyla da tamamlanan adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır.
  4. Herkesin menfaatlerinin korunmasi için sendikalar kurmaya ve bunlara katılmaya hakkı vardır.

Madde 24

Her şahsın dinlenmeye, eğlenmeye, bilhassa çalışma müddetinin makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.

Madde 25

  1. Her şahsın, gerek kendisi gerekse ailesi için, yiyecek, giyim, mesken, tıbbi bakım, gerekli sosyal hizmetler dahil olmak üzere sağlığı ve refahını temin edecek uygun bir hayat seviyesine ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, ihtiyarlık veya geçim imkânlarından iradesi dışında mahrum bırakacak diğer hallerde güvenliğe hakkı vardır.
  2. Ana ve çocuk özel ihtimam ve yardım görmek hakkını haizdir. Bütün çocuklar, evlilik içinde veya dışında doğsunlar, aynı sosyal korunmadan faydalanırlar.

Madde 26
  1. Her şahsın öğrenim hakkı vardır. Öğrenim hiç olmazsa ilk ve temel safhalarında parasızdır. İlköğretim mecburidir. Teknik ve mesleki öğretimden herkes istifade edebilmelidir. Yüksek öğretim, liyakatlerine göre herkese tam eşitlikle açık olmalıdır.
  2. Öğretim insan şahsiyetinin tam gelişmesini ve insan haklarıyla ana hürriyetlerine saygının kuvvetlenmesini hedef almalıdır. Öğretim bütün milletler, ırk ve din grupları arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu teşvik etmeli ve Birleşmiş Milletler’in barışın idamesi yolundaki çalışmalarını geliştirmelidir.
  3. Ana baba, çocuklarına verilecek eğitim türünü seçmek hakkını öncelikle haizdirler.

Madde 27

  1. Herkes, topluluğun kültürel faaliyetine serbestçe katılmak, güzel sanatları tatmak, ilim sahasındaki ilerleyişe iştirak etmek ve bundan faydalanmak hakkını haizdir.
  2. Herkesin yarattığı, her türlü bilim, edebiyat veya sanat eserlerinden mütevellit manevi ve maddi menfaatlerin korunmasına hakkı vardır.

Madde 28

Herkesin, işbu Beyanname’de derpiş edilen hak ve hürriyetlerin tam tatbikini sağlayacak bir sosyal ve milletlerarası nizama hakkı vardır.

Madde 29

  1. Her şahsın, şahsiyetinin serbest ve tam gelişmesi ancak bir topluluk içinde mümkündür ve şahsın bu topluluğa karşı görevleri vardır.
  2. Herkes, haklarının ve hürriyetlerinin kullanılmasında, sadece, başkalarının haklarının ve hürriyetlerinin gereğince tanınması ve bunlara saygı gösterilmesi amacıyla ve ancak demokratik bir cemiyette ahlâkın, kamu düzeninin ve genel refahın haklı icaplarını yerine getirmek maksadıyla kanunla belirlenmiş sınırlamalara tabi tutulabilir.
  3. Bu hak ve hürriyetler hiçbir veçhile Birleşmiş Milletler’in amaç ve prensiplerine aykırı olarak kullanılamaz.

Madde 30

İşbu Beyanname’nin hiçbir hükmü, herhangi bir devlete, zümreye ya da ferde, bu Beyanname’de ilan olunan hak ve hürriyetleri yoketmeye yönelik bir faaliyete girişme ya da eylemde bulunma hakkını verir şekilde yorumlanamaz.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi tarihte en çok tercüme edilmiş bir dökümandır. 300’ün üzerinde farklı dillerdeki versiyonları Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komisyon Üyeliğinde bulunmaktadır.
Bu Türkçe versiyonu, İnsan Hakları Koordinasyonu Üst Kurulu tarafından tercüme edilmiştir.

24 Kasım 2013 Pazar

Öğretmenler günü kutlu olsun


Türkiye’de her yıl 24 Kasım, Öğretmenler Günü olarak kutlanır. Bu, 1981 yılında başlamış bir uygulamadır.

24 Kasım 1928, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün "Millet Mektepleri’nin Başöğretmenliği"ni kabul ettiği gündür. Bakanlar Kurulu, Mustafa Kemal Atatürk’e "Millet Mektepleri Başöğretmenliği" ünvanını 11 Kasım 1928’de yaptığı toplantıda vermiş ve bu ünvan, 24 Kasım’da Millet Mektepleri Talimatnamesi'nin yayınlanması ile resmileşmişti.

Atatürk'ün 100. doğum yıl dönümü olan 1981 yılında, onun 
"başöğretmen" oluşunun yıl dönümlerinde ülke çapında 
Öğretmenler Günü kutlanmasına karar verildi.

20 Kasım 2013 Çarşamba

Osmanlı ve Bilim

TÜRK MUCİZESİ
Cumhuriyet  90  Yaşında
Turgut Özakman

Büyük Üstat Sayın Turgut Özakman’ın Temmuz 2013 tarihinde kaleme aldığı Cumhuriyet ile ilgili bu son yazısını okumanız temennisiyle

Cumhuriyet 90.Yaşında
Turgut Özakman
Milli Mücadele’yi gerektiği kadar bilmeden, Osmanlı devletinin külünden yaratılan bu yeni devletin ve rejimin kuruluş hikâyesini, felsefesini, gerekçesini, nedenlerini ve amacını anlamak, kavramak, sindirmek, bu oluşumun bilincine varmak mümkün değildir.
Osmanlı Devletinin neden ve nasıl yıkıldığını da iyi bildiğimizi söyleyemeyiz..
Durum, bu iki konuda halkımızı başarılı şekilde bilgilendirmediğimizi göstermektedir. Var olan bilgi düzeyi ile sağlıklı bir tarih bilincinin oluşması zor, günü yorumlamak, geleceği kestirmek daha da zor.
Cumhuriyeti, yani Türk Rönesans’ını, aydınlanmasını, kurtuluşu anlatmak istiyorum. Bunun için hızlı bir tarih yolculuğu yapmak gerekiyor.
Akıl Batıda şöyle bir süreçten geçmiştir.
Akıl antik çağda özgürdü. Hristiyanlığın doğuşundan sonra, özellikle orta çağda Katolik Kilisesi aklın özgürlüğüne son verdi, aklı denetimi altına aldı. Kilise Babalarının ileri sürdüğü görüşler, tek doğru olarak kabul edilir, tartışılmaz. Tartışmaya kalkışanların hayatları tehlikeye girer. Engizisyon dönemi özellikle aklı özgürleştirmek için başlayan kıpırtılara karşı Kilisenin tepkisidir. Kim bilir kaç kişi işkence gördü, kaç kişi zindanlara atıldı, kaç kişi yakıldı.
Buna karşılık İslamiyet aklı yüceltmiş, Doğuda bilim hayatını canlandırmıştı. Bu, Doğu Rönesans’ıdır. Bu dönem Farabi gibi, İbn-i Sina gibi, İbn-i Rüşt ve benzerleri gibi büyük bilginler dönemidir. Çalışmalarının etkileri Batıya da yayılıyordu. Fakat İslam Rönesans’ı uzun sürmeyecek, 12. yüzyılda enerjisini yitirmeye başlayacaktır.
Osmanlı Devleti bu sırada kurulur.
Orta çağa özgü bütün imkânları iyi kullanarak, adım adım güçlü, zengin, önemli bir devlet olur. Üç kıtaya yayılır. İstanbul'u alır. En büyük gemileri Osmanlılar yapıyor, en büyük topları Osmanlılar döküyordu. En güçlü ordu Osmanlı ordusu idi. Askeri örgütleri örnek oluşturan bir nitelikteydi. İlginç bir toprak rejimi kurmuşlardı. Başka din mensuplarına hoşgörü ile bakıyorlardı. Bu, o çağdaki bütün devletlerden ayıran büyük bir özellikti. Medreselerde, dini bilgiler yanında, tıp, astronomi ve matematik de öğretiliyordu. Gittikçe gelişen bir mimari, musiki, şiir hayatları vardı. Çinicilik çok gelişmişti. Fakat halkın eğitimi için özel bir çaba harcanmaz. Buna ihtiyaç duyulmaz. Osmanlılarda anavatan düşüncesi de yoktur. Bu nedenle Anadolu'ya önem verilmez, bakımsız, yoksul bırakılır. Devleti kuran, korumak için gerektikçe kanını döken Türkler de arka plana itilir. Ön planda devşirmeler yer alır. İlk iki padişah dışında hiç biri bir Türk’le evlenmez. Padişah anneleri Çerez, Abaza, Rus vb.dir. Buna karşılık Türkçe, devletin kurucu dili olarak, varlığını korur.
Kilise gerçeği bulma tutkusunu, doğayı, insanı, dünyayı, evreni araştırmayı, deneyi, kısacası aklın özgürlüğünü, araştırıcılığını, bilimselliği durduramıyordu. Bilim adamlarının, düşünürlerin ve o dönemin cesur üniversitelerinin önünde, adım adım geriler. Sonunda akıl çağına geçilir. Böylece Batı, İtalya’dan başlayarak Rönesans’ı, hümanizmayı, kısacası aydınlanmayı yaşamaya başlar. Bu, insanlık tarihinin en büyük dönemeci, en büyük devrimidir.
Orta çağa özgü bütün bilgiler elden geçirilip yenilenir, bilim dallarında devrimler, buluşlar, deneyler birbirlerini kovalar. 16.Yüzyıl sonu ile 17.Yüzyıl bilimin ve sanatın zafer çağıdır.
Avrupa aydınlığa, bilimselliğe, sanatta yeni ufuklara, buluşlara, yaratılara, özgürlüğe, sanayi devrimine yol alırken, sınırlarının az ötesinde, Batılı bilginler ve düşünürler, bilim ve düşünce dünyasını sarsarlarken, Osmanlılar ne yapıyorlardı?
Sınırdaş oldukları için Batıdaki değişimi elbette fark etmişlerdi ama önemsemezler. Osmanlı toplumu yaşayış tarzı ve düşünce hayatı bakımından içe dönük bir toplumdur. Genel olarak kendi kültürünü, hayat ve düşünüş tarzını beğenir, başkalarını ilgiye değer bulmaz. Bu nedenle gelişme ve değişmelerden yararlanmayı düşünmez. Küçük bir merak bile duymaz. Kendini yenilemeyi, çağa ayak uydurmayı başaramadığı için gittikçe çağ dışı kalacaktır. Batıda medreseler üniversitelere dönüştürülürken, Osmanlıda medreselerden müsbet bilimler uzaklaştırılır.
Medreselerde yalnız din bilgisi verilir. Osmanlı bilim ve düşünce dünyası akla, bilimsel kuşkuya, araştırma ve incelemeye dayanmayan, eskilerin verdiği bilgilerle yetinen, onları tekrar eden sığ bir anlayış içinde donup kalır. Bu gerileyiş şu sonuca varır: İnanç aklın önüne geçer, merak, kuşku, araştırma ihtiyacı, icat ve keşif duygusu, yerini tevekküle bırakır. Doğa olayları Allah’ın hikmeti olarak değerlendirilir, nedenleri araştırılmaz, kurcalanmaz. Bazı konuları irdelemek Allaha saygısızlık olarak kabul edilir.
Oysa tarihin bu dönemi öyle bir dönemdir ki durmak, çağdışı kalmak ve çürümek demektir.
Batılı büyük devletler dünya denizlerine buharla, sonra petrolle işleyen gemileriyle egemen olurken, ülkelerini demiryollarıyla donatırken, ağır sanayilerini kurarken, halkın eğitimine büyük önem verirken, Osmanlı gittikçe gerileyerek, ufalarak, çağdışı kalarak, sürekli yenilerek, son yüzyılını ‘hasta adam’ olarak geçirdi.
Sonunda tarih sahnesinden silindi.
Tarihte 20.Yüzyıla kadar yaşamış bir büyük devletin bu kadar zayıfladığı, çağ dışı kaldığı hiç örneği olmayan bir olgudur. Bunu geri kalışın, yoksulluğun ve ilkelliğin sorumluları, Osmanlıyı parçalamak için türlü düzenler çeviren büyük devletlerle birlikte, ufuksuz Osmanlı yöneticileridir.
Bu gerileyişin ve yıkımın nedenlerini doğru ve iyi öğrenmeden, Osmanlı’nın son iki – üç yüzyıl neden savaş alanında, diplomaside, bilimde, sanayide, ekonomide, siyasette, eğitimde, sağlıkta sürekli yenildiği, yöneticilerin ve aydınların neden Avrupa karşısında aşağılık duygusu içinde kaldıkları anlaşılamaz.
Bir büyük devlet birkaç nedenle yıkılmaz. Birbirine bağlı birçok nedeni vardır. Ben ana nedenleri temsil ettiğini düşündüğüm birkaç örnek vermek istiyorum. Örneklere bakarak genel durumumuzu anlayabiliriz.
Matbaa 1454 yılı buluşudur. Yahudiler ve Hıristiyanlar bir süre sonra İstanbul’da matbaalar kurup kitaplar basabilmişlerdir. Ama matbaa Müslümanlara yasaktır. Ancak 275 yıl sonra 1729’da Türkçe kitap basılması caiz görülecek, din kitapları basılması ise daha uzun zaman yasak olacaktır.
Aradaki fark şöyle:
1729’dan 1830 yılına kadarki 100 yıl içinde Osmanlı’da sadece 180 kitap basılmıştır. Batıda ise 1454 yılından 1500 yılına kadar ki 46 yıl içinde basılan kitap sayısı 40 000’dir.
Batı dünyası ile Osmanlı dünyası arasında bu aşamada 39.820 kitap fark var ! Kısacası 300 yıl.
Rahmetli Atatürk diyor ki:
“İstanbul’u fetheden kudret, yaklaşık olarak o yıllarda icat edilmiş olan matbaanın Türkiye’ye girmesini sağlayamamış, bağnazların uğursuz direncini yenmeyi başaramamıştır.”
***
Astronom Takyettin Efendi Padişaha dilekçe vererek rasathane kurmak için izin ve yardım diler. Bu dilek uygun görülür. Tophane sırtında bir rasathane yapılır. Şeyhülislam Ahmet Şemsettin Efendi Padişaha 'göğü incelemenin, rasat yapmanın uğursuzluk getireceği' yolunda bir şikâyette bulunur. Bu şikâyette Şeyhülislam diyor ki:
' Göklerin sırlarını küstahça sına öğrenmeye cüret etmenin akıbeti iyi değildir. Nerede bir rasathane kurulduysa orada devlet binası yerle bir olmuştur.'
Padişah dehşete kapılır. Rasathane bir gece içinde yıkılır.
Bu olayın tarihi 1579'dur.
***
Bu tarihlerde Osmanlı toplumunda astronomi bu talihsizliği yaşarken, yıldız falcılığı önemli bir kurum olup çıkmıştır. Zamanla neredeyse müneccimlere danışılmadan hiçbir işe girişilmez. Müneccimbaşı sarayın önemli bir görevlisi olur. Osmanlı ordusu 1716'da Petervaradin'de bozguna uğrayınca, bu yenilgi yıldız hesaplarının iyi yapılmayışına bağlanır.1
1 Petervaradin savaşında şehit düşen Damat Ali Paşanın malları müsadere edilir. Zengin bir kitaplığı vardır. Şeyhülislam bu kitaplardan felsefe, eski çağ tarihi ve astronomiye ait olanların genel kitaplıklara konulmasını uygun bulmaz, yasaklar. Bağnazlık aklın önüne geçmiştir.

III.Mustafa 1757 yılında tahta çıkmıştır. İlerici padişahlar arasında sayılır. Batının gelişmesini hasetle izler. Tehlikenin farkına varmıştır. Padişaha göre Batının bu gelişmesinin nedeni daha iyi müneccimlere sahip olmasıdır. O zamanki Fransız Elçisi diyor ki:
"Padişah Fransızların müneccimler vasıtasıyla geleceği öğrendiklerine inanmıştı. Bunun tersine bir türlü ikna olmuyordu. Bu kadar acayip bir hurafeyi yıkmak için elimden geldiği kadar boşuna çalıştım."
Padişah yüzünü gittikçe geliştiğini duyduğu Prusya'ya çevirir.
Ordunun yenilgileri bu iyi kalpli Padişahı üzmektedir. Ciddi önlemler almaya karar verir. Ahmet Resmi Efendi adlı birini Prusya Kralı Büyük Frederik'e yollar, Kraldan 3 iyi müneccim istemeye memur eder. Amacı bu usta müneccimler sayesinde girişimleri için uğurlu gün ve saatleri belirlemek ve iyi komutan seçebilmektir. Artık yenilmek istememektedir. Büyük Fraderik'in yanıtı ünlüdür:
1. Tarih okumak ve eski deneylerden yararlanmak,
2. İyi bir orduya malik olmak,
3. Hazineyi dolu tutmak.
Kral Ahmet Resmi Efendiye kendisinin üç münecciminin bunlar olduğunu söyleyecektir.
Osmanlı Padişanın müneccim istediği sırada büyük düşünür Kant Prusya'da yaşamaktadır. Filozof Voltaire Büyük Frederik'in danışmanıydı.
Bilgi ve zekâ düzeyimizi düşünün.
***
Osmanlı bilim hayatından Piri Reis gibi bir yıldız geçmiştir. Büyük bir denizci ve haritacıdır.
Ama bakınız neler olur.
Duvar haritaları, atlaslar Damat Sait Paşayı çok kızdırır. Bunların bir tür resim olduğunu, resmin ise dince caiz olmadığını ileri sürerek, Padişaha sürekli şikâyette bulunur. Padişah kendisini Sadrazamlığa getirince, bütün haritaları imha ettirir.
Amiral Spiritov'un komutasındaki Rus donanmasının Baltık denizinden harekete geçip Osmanlı donanmasını sıkıştıracağı söylentisi yayılır. Osmanlı yönetiminin bilgisine göre Akdeniz kapalı bir denizdir. Rus donanmasının Baltık'tan hareketle Atlas okyanusundan dolaşarak Cebel-i Tarık'tan Akdeniz’e girebileceği düşünülmez. Söylentiye gülüp geçerler.
Rus donanması Cebel-i Tarık'tan Akdeniz'e geçer, Çeşme önünde, hiç bir tehlike beklemeyen Osmanlı donanmasını bastırır ve yakar.
Bu olayın tarihi 1770'tir.
***
XVIII. ve XIX. Yüzyılda gerileme sürer. Plevne savunma zaferi ile övünürüz ama Rus ordusu ilerler, Yeşilköy'e kadar gelir. Oraya bir zafer anıtı diker.
Herkes istediği başlığı giymektedir. II.Mahmut bir birlik sağlamak için fes giyilmesini kararlaştırdığı zaman softalar fese karşı çıkar, ayaklanırlar. Bunların torunları da fes yasaklandığı zaman tepki gösterecekler, fesi savunacaklardır. Okullarla büyüteç ile ateş yakmak gibi deneyler şeytan işi sayılır. II.Mahmut devlet görevlilerinin artık pantolon ve ceket giymelerini emreder. Kavuklu, şalvarlı, kaftanlı Osmanlı görevlilerinin yerini İstanbulin, redingot giyen, boyun bağlı, iskarpinli, çağdaş görünüşlü yeni Osmanlılar alır. Bu gibi yenileme çabaları yüzünden, gericiler, Padişahı "gâvur Padişah" diye anarlar.
Gerilemeyi durdurmak, çağa yaklaşmak, gelişmeyi sağlamak için Padişah Abdülmecit Tanzimat'ı ilan eder. Olumlu etkileri olur ama halka yayılmaz. Tanzimat tarzı yaşayış İstanbul ve İzmir'de bir iki semtte gerçekleşir. Eski ile yeninin çatışması sürüp gider.
***
Osmanlı İmparatorluğu 1886'da iflas eder. Borçları ödeyebilmek için vergileri yabancı bir kurumun toplaması kabul edilir (Duyun-u Umumiye). Bu olgu devletin ne durumda olduğunu anlatmaya yeter.
***
1912 Balkan Savaşı devletin ordusu, yönetimi, morali, örgütlenişi ile bitişe yaklaştığını gösterir. İki büyük Osmanlı ordusu, yeni kurulmuş dört küçük devletin orduları önünde bozguna uğrar. Bulgarlar Çatalca'ya kadar gelirler. Edirne güçlükle geri alınır.
400 yıllık Rumeli bir ayda elden çıkmıştır. İstanbul Sağ kurtulabilen Rumeli göçmenleri ile dolar. İstanbullular vatan kaybetmenin ne kadar acı bir olay olduğunu bu göçmenlerden öğrenirler. Oysa kısa bir süre sonra aynı acı olayı kendileri de yaşayacaklardır.
Dört yıl süren 1.Dünya Savaşından Osmanlı devleti yenik çıkar. Mondros ateşkes anlaşması Sevres Antlaşmasının önsözü gibidir. İstanbul ve yer yer Anadolu işgal edilir. İstanbul yönetimi Devletin ölüm fermanı olan Sevres Antlaşmasını imzalar (10 Ağustos 1920). Bu yönetimin niteliğini belirten bir örnek vereyim. Yunan ordusu Uşak ve Bursa'ya doğru yürüdüğü sırada, İstanbul hükümetinin Adalet Bakanı Ali Rüştü Efendi bir demeç vererek Müslüman Türklere diyor ki :
“Yunan ordusunun başarısı için dua ediniz.”
Anadolu yoksul ve cahildir. Altı yıldır savaşmaktan bitkin düşmüştür. Yeniden dört yıllık bir savaşı daha göze alacağına kimse inanmaz. İnanmayanlar yanılırlar. Anadolu hem emperyalistlere, hem düşmanla işbirliği halindeki İstanbul yönetimine karşı ayaklanır.
Milli Mücadele yurt sevgisinin emperyalizmden de, saltanattan da daha güçlü olduğunu kanıtlayan bir destandır. Kuva-yı milliye Çanakkale ruhunun daha güçlenmiş, daha bilinçlenmiş, daha yaygın ve coşkun bir devamıdır. Kadınlar ve erkekler, Atatürk gibi dahi bir liderin yönetiminde dört cephede birden savaşır. Çıplak ayak, yarım üniformalı, tüfeğinin kayışı ipten Mehmetçik ve yurdu canlarından aziz bilen subaylar, Batının şaşkın gözleri önünde, Anadolu'yu parçalamaya, paylarını almaya gelenlerin hepsini yenerler. Son kalıntı Yunanlıları da İzmir'e kadar kovalar, denize dökerler.
Tarihin akışı değişir.
Mudanya Mütareke Anlaşması ile Trakya Meriç'e kadar geri alınır. Lozan diplomasi Tarihinin en çetin ve başarılı örneğidir. 29 Ekim 1923'de Türkiye Büyük Millet Meclisi saat 20.30’da Cumhuriyeti ilan eder.
Gece şehirler top sesleri ile uyanır. Bunlar cumhuriyet toplarıdır.
Osmanlı devletinin külünden yeni bir devlet kurulmuştur.
Cumhuriyetin 600 yıllık Osmanlı Devleti’nden ve toplumundan devraldığı miras özetle şöyledir:
Gurur, ibret ve üzüntü verici sahnelerle dolu, renkli bir tarih,
Büyük bir mimari birikim, zengin bir şiir ve musiki alemi,
İlke olarak dine dayalı bir rejim,
Yorgun bir hanedan,
Yarı sömürge halinde, güçsüz bir devlet,
İdari, ekonomik, mali, hukuki kapitülasyonlar,
Halk yurttaş değil, kul,
İlkel bir tarım toplumu,
İflas etmiş bir maliye,
Büyük bir dış borç,
Hasta bir ekonomi,
Sıfır ağır sanayi,
Cılız bir küçük sanayi,
Kişi başına milli gelir 4 lira,
Kişi başına kamu harcaması 50 kuruş,
Elbise düğmesi bile ithal ediliyor,
Sıtma, frengi, verem, trahom yaygın,
0-2 yaş grubu çocuklarda ölüm oranı yüzde 60,
Sadece 337 doktor bulunuyordu,
Bütün imparatorlukta sadece 158 ortaokul ve lise, medrese uzantısı
bir tek üniversite var,
Anadolu çağdışı ilkel medreselerin elinde,
Tüm liselerde okuyan kız öğrenci sayısı 230,Bütün temel meslekler erkeklerin tekelinde,
Kadının seçme, seçilme hakkı yok, yani yurttaş sayılmıyor,
Kadınların toplumsal hayatları ve hakları yok,
Okur-yazar olma oranı erkeklerde yüzde 7, kadınlarda binde 4,
İstanbul ve kısmen de İzmir’le sınırlı, ölgün bir sanat hayatı,
Bütün Türkiye’deki gazetelerin toplam satışı ancak yüz bin dolayında,
Hemen hemen bütün yasalar çağın gereklerinin gerisinde,
Ülke birçok alanda ortaçağı, ortaçağ ilkelliğini yaşıyor.
İşte Cumhuriyetin devraldığı, bazılarının özlemini çektiği Osmanlı mirası budur, bu kadardır.
***
Cumhuriyetçiler bütün bu sorunları çözmek, engelleri kaldırmak, gelişmeyi sağlamak için kolları sıvarlar.
Türkiye, tam bir kurtuluş için, yüz bin sivil ve asker kayıp vererek kavuştuğu bağımsızlığı bir daha yitirmemek, bir daha ezilmemek, yenilmemek, milli egemenliği ve geleceği güven altına almak ve kalkınmak için yeni insanlardan kurulu, yeni bir toplum, yeni ve milli bir devlet yaratmalı, aklı özgürleştirmeli, dini desteklemeli ama çıkar için kullanılmamasını sağlamalıydı.
Yorulmadan, heyecanla çalışmaya koyulurlar.
Gepgenç kızlarımız öğretmen olarak katır sırtında dağ köylerine gideceklerdir.
Bütün devrimlerin amacı, aklı, fikri ve vicdanı hür, bilgili, görgülü, bilime ve sanata saygılı, hurafeden uzak, yurtsever, çağdaş, özgür ruhlu, yeni insanı yaratmaktır. Bütün devrimleri bu amacın ışığı altında yorumlamalıdır.
Batının objektif düşünürleri Milli Mücadele’yi ve onu izleyen Cumhuriyet dönemini, Türk Mucizesi diye adlandırıyorlar.
Bu saptamayı desteklemek için cumhuriyetin ilk 15 yılını, rahmetli Atatürk dönemini birkaç çizgi ile yansıtmak istiyorum.
Ana hedef çağdaş uygarlığa ulaşmak, onu paylaşmak, ona katkılarda bulunmaktır. Bütün insanlığın ister ister istemez paylaştığı, paylaşmak zorunda kaldığı bu evrensel uygarlığın özü, bilim (+teknoloji) ve sanattır. Artık çağı gözden kaçırmaya, geride kalmaya hakkımız yoktu.
Atatürk döneminde maddi kalkınma ile sosyal ve kültürel kalkınma birlikte yürütülür (Toplu kalkınma).
Bu 15 yılın ortalama kalkınma hızı %10’dur,
Sanayileşme hızı % 19'dur,
Demir-çelik sanayi ile savunma sanayii kurulmuştur,
Merkez Bankası altın ve döviz dolu,
Tek kuruş dış borç yok,
Osmanlı borcu anlaşmaya göre ödeniyor,
Kayseri’deki uçak fabrikasının yaptığı uçaklar göklerimizde uçmaya başlar,
İlk denizaltımızın yapımına girişilir,
Limanlar ve demiryolları millileştirilir,
4000 km demiryoluna, 3000 km yeni demiryolu eklenir,
Çağdaş yasalar yürürlüğe girer,
Kadının önündeki bütün maddi ve manevi engeller kaldırılır, Millet mektepleri, Halkevleri açılır (kısa bir süre sonra Köy Enstitüleri de açılacaktır),
Konservatuvar eğitime başlar,
Üniversite reformu gerçekleştirilir,
Demokrasinin ve çağdaşlığın zorunlu koşulu olan laiklik benimsenir,
Planlı kalkınmaya geçilir, Anadolu’nun uygun yerlerine büyük fabrikalar yapılır,
Eğitimde, sporda, sanatta önemli gelişimler elde edilir,
Salgın, yaygın hastalıklara çok büyük mücadele açılır, hepsi dizginlenir,
Bütün komşularla barışçıl ilişkiler kurulur.
Bu dönemde Batıdan bir kuruş yardım alınmamış, kimseye imtiyaz verilmemiştir.
Bunca başarı, Doğudaki isyana, dünya krizine, Türk-İtalyan gerginliğine, yeterli okur-yazar ve uzman bulunmamasına, araç-gereç azlığına, gelir yetersizliğine rağmen gerçekleştirilmiştir.
Bu gelişimlerin, başarıların her biri bir uygarlık destanıdır. Bu gelişime mucize demek abartı değil, gerçeğin hakkını vermektir.
Birer sadık, bilinçli ve mutlu cumhuriyetçi olarak yetiştirmek zorunda olduğumuz köylü, kasabalı ve şehirli çocuklarımıza, gençlerimize Milli Mücadele ile Cumhuriyetten oluşan Türk mucizesini çok iyi ve doğru anlatmayı başarmak zorundayız.
Bu her bilgili yurttaşın yurttaşlık görevidir


Alıntıdır.