16 Aralık 2011 Cuma

Londra Bölüm 4 ( London Part 4)

İkinci gün sabah saat 11:00 civarında esas kalmamız gereken otele eşyalarımızı bırakarak kendimizi dışarıya attık. Kapıdan çıktıktan 20 adım sonra Hyde Park giriş kapılarından birisi karşımızdaydı bizde artık buradan başlayalım dedik. Bu arada bir gece önce kaldığımız otelden Piccadilly meydanına gitmek için Earls Court metro istayonunu kullandık ve bizde herkes gibi yapıp Oyster kart aldık. Kartın bedeli 5 pound, 5 pound da kredi yüklettirdik. 1 kart 10 pound'a gelmiş oldu, ancak en ucuz saatte metro ile en yakın yere gidiş 1.90 pound, eh bu durumda bizim kartlar sadece bir gidiş gelişe yetti :) Yani Londra pahalı şehir. Eşim Londra'da "pahalı" lafından nefret etti. Yeter artık pahalı lafı duymak istemiyorum dedi.
Hyde Park'ın içinde Kral Arthur'a ait bir anıt var, bir tarafında Kensington Palace var, ortada bir yapay büyük gölet ve daha küçük iki gölet daha var. Kral Arthur anıtının olduğu taraftan Hyde parktan çıkıp, Buckingham sarayına kadar St. James parkının içinden yürüdük. Zaten iki park dipdibe idi, St.James parkının içinde kuğular, kazlar, güvercinler, çeşitli başka kuşlar ve sincaplar var. Her ne kadar bunlara yem verilmemesi istenmişse de işe yaramadığı hayvanların semizliğinden ve yalamalığından belli oluyor :) Aşağı eğilip elinizi uzattığınızda hepsi koşarak geliyor ki ben bir sincabın çenesini sevdim, o da elimi yaladı, o derece yani. Kensington sarayının önünde eşimle resim çektirmek istediğimiz 2 kız Türk çıktı, ben ingilizce olarak resmimizi çekmelerini rica ettim onlarda ingilizce olarak kabul ettiler. Eşim onlarda Türk deyince Türkçe konuştuk, bizde onların resmini çekip ayrıldık. Londra'da çok Türk var dersem abartmış olmam. Buckingham'dan çıktıktan sonra Big Ben'i görmek üzere yürümeye başladık, yolda gördüğümüz birilerine sorduk şu otobüse binerseniz önünde inersiniz dediler, nedense kime yol sorsak hemen ya otobüse ya metroya yönlendiriyorlar. Neyse biz yürümeye devam ettik ve siyah bir inşaat işçisine yol sorma gafletinde bulundum :) Adama diyorum ki "How can we go to Big Ben?" yani Big Ben'e nasıl gidebiliriz, adam diyor ki "Big Bang" neyse clock tower filan deyip adama derdimizi anlatabildim, hayır sen Einstein mısın be adam sana neden büyük patlamayı sorayım:) Epey güldük sonrasında, herhalde adamın hayalinde hep bir gün birilerinin gelip ona "büyük patlama" yı soracağı ve onunda bu konuda ki bilgilerini ortaya dökeceği gibi bir şey vardı.
Yol üzerinde tesadüfen insanların bir yöne doğru aktığını görünce bizde akıntıya kapıldık ve şansa Kraliyet Ahırlarındaki nöbetçi değişim törenini de görmek fırsatını bulduk. Big Ben saat kulesini ve Westminister Abbey ( Katedral ) yanyana onları da gördükten sonra  köprünün üzerinde bir kaç resim çektik. Bu arada karşı kıyıdaki London Eye adı verilen dönme dolabıda görmüş olduk. Hava karardığından Piccadily'e gitmeye karar verdik. İstikamet konusunda hep sıkıntı çeken ben yine bir kaç kişiye sorarak yolu doğrulttum. Londra'da yolda gördüğünüz insanlara yol sormaktan çekinmeyin, çünkü onlar bunu çok seviyorlar. Kime yol sorsanız çok seviniyor ve yardımcı olmak için elinden geleni yapıyor.
Londra yürüyerek gezmesi çok güzel bir şehir, kaldırımlar hiç bitmiyor rahatça yürüyebiliyorsunuz. Avrupa şehirlerinde ve Birleşik Krallık'ta hoşuma giden şeylerden birisi de yürümek. Adamlar çok güzel kentler kurmuşlar, bu kentlerde geniş yaşam alanları sağlamışlar. Parklar bahçeler yapmışlar, özenmemek ve hatta kıskanmamak mümkün değil. Keşke bizim İstanbulumuzda da olabilseydi, elalem bir nehrin etrafında tarihi köprülerle bezenmiş ne şehirler yapmış. Londra'ya 2010 yılında gelen turist sayısı 30 milyon, İstanbul'a toplam 5 milyon. Londra bizim gittiğimiz bu dönemde Noel dönemi turist doluydu ama öyleyken şehirdeki günlük yaşam bizi bunaltmadı. Ne metroya binerken sorun yaşadık ne de belki yüzbinlerin bir arada yürüdüğü Oxford caddesinde. İstiklal caddesi cuma, cumartesi gecesi nasıl kalabalık olursa Oxford caddesi de öyle kalabalıktı ancak Oxford caddesinin bir ucu Eminönü'ndeyse diğer ucu Ortaköy'de.
Kral Arthur Anıtı
Sürecek...

14 Aralık 2011 Çarşamba

Londra - Bölüm.3 ( London Part 3 )

1 saatlik bir rötar ile kalkış yaparak uçağımız havalandı. Airbus olduğundan oturma alanımız genişti, ancak dönüşte geldiğimiz Adıyaman isimli uçak tam bir fecaat. Koltukta oturuyorsun ve dizin ön koltuğa değiyor, yemek yemek için açın yok, kollarını hareket ettiremiyorsun. Tamam biraz yer açmaya çalışılır da bu kadarı artık abartı olmuş. THY'ye yakışmamış bence, bu kadar alan kullanımı olurmu? İnsan kendini tabutta gibi hissediyor. 3 kuruş pahalı yaparsın ama insanları rahat ettirirsin.Herneyse bu konuda herhalde bir tedbir alınır, yoksa çok müşteri kaybederler.
Londra Heathrow Havalanına inişimiz güzel bir havada oldu, pasaport işlemlerini kısa sürede tamamlayarak çıktık, eşimi karşılamak için gelen araca binerek yaklaşık 1 saat kadar süren bir seyahatle Northampton'a ulaştık.Ben otele check-in yaptığımda eşim çoktan toplantı için ayrılmıştı, Marriott Hotel'de B&B 115 pound konaklama ödedik ki bu otel için süper bir fiyat. Çok güzel bir otel şehrin yaklaşık 5 km dışında, çevre yolunun yanında çok geniş bir yeşil alanda konuşlanmış. Tek kötü tarafı otelde veya yakınında yapılabilecek hiç bir şey yok. Şehir merkezine inmeniz gerekiyor ve bu da ancak taksi ile mümkün.

Northampton genelde ticaret şirketlerinin merkezlerini kurdukları bir şehir, toplam nüfusu 1 milyon civarındaymış, yakınlarında çok büyük bir askeri üs varmış dolayısı ile Londra'da yaşanılan sosyal olaylar buralarda olmamış. Gerçi bu şehirde bu tür şeyler olsa bile yapanlar hemen tanınabilir. Merkezde bir alışveriş merkezi var hayli büyük, çarşı merkezi gibi bir meydan var.2 gün yalnız takılmak zorunda olduğumdan merkeze inip gezindim, açıkcası 1 ay kadar o şehirde kalsam orada yaşayanların büyük bir kısmını tanırmışım gibi hissettim.
Büyük gün geldi ve saat 15:00 gibi Northampton'dan ayrılarak Londra yoluna düştük, Central Park Hotel'in bulunduğu mevkiye geldiğimizde çok güzel bir yer olduğunu gördük ve sevindik. Bu sevincimiz maalesef resepsiyonda son buldu, resepsiyon yöneticisi olan kadın bize oteli su bastığından ötürü bu otelde kalamayacağımızı, bundan ötürü çok üzgün olduklarını ve bizi "sister" otel olan yine kendilerine ait Ambassodar Hotel'de ağırlayacaklarını ve bize bir iyilik olaraktan orada aynı fiyata oda kahvaltı konaklayacağımızı söyledi. Kadına bizi göndereceği otelin aynı standartta olup olmayacağını sorduğumda, orayı beğenmezseni burayı da beğenmezsiniz dedi. Neyse inandık, taksi ile bizi diğer otele gönderdiler. Otele bir girdik yenileme dolayısı ile tamiratta, ana resepsiyon alanı kapalı, asansör tuhaf bir görüntüde ve 1 asansör var. Kendimizi tanıttık, orada resepsiyonda çalışan kız orta avrupalı filan olsa gerek bize alt katta bir oda gösterdi "deluxe" odaymış. Rezalet yatağın etrafından geçemiyorsun, cam çerçeve dandik, banyo Nuh nebiden kalma, ortalık eski, ben biz burada kalamayız dedim, kızın suratı görmeliydiniz neyse yukarı çıktık, bu bana neden odayı beğenmediğimi sordu bende yerin dibinde bu pis odada kalamam dedim. Bunun üzerine kızımız güya bilgisayardan biraz araştırarak bize 3. katta bir oda göstermeye karar verdi. 3. kata çıktık bu standart olduğunu söylediği oda diğer "deluxe" odaya 5 basar ama eşimde bende gösterilen tutarsız ve saygısız tavırdan rahatsız olduğumuz için bu odada kalmayacağımızı diğer oteli aramalarını söyledik. Kızımız diğer oteli arayıp oradaki gece müdürünü bana verdi, bende parasını kredi kartımdan rezervasyon yaparken ödediğim oda için bana bahane sunduklarını, bana otellerini subastığına dair bir yazı vermelerini, bu şekilde gerekirse 3 katı para ödeyip başka bir otelde kalacağımı ve kendilerinden davacı olacağımı söyledim. Bunun üzerine karşıdaki adam çekinerek bana 1 gece için burada konaklamamızı sonrasında ertesi gün için bizi tekrar geri aldıracağını bildirdi. Ambassodar Hotel'in vardiye amiri de gürültü üzerine yanıma geldi ve diğer otelin overbook olduğunu yani 10 odayı 20 kişiye sattığını bu yüzden bu gece burada klamamızın iyi olacağını, zaten rezervasyon yaparken bu koşulları bizim otomatik olarak kabul ettiğimizi söyledi. Bizde saatin epeyce geç olmasından ötürü bu teklifi kabul edip bir gece konakladık. Sonuçta tartışmayı sürdürmeyi de tercih edebilirdik ama bize bir katkısı olmayacaktı. Bu arada şöyle bir tesbitimiz oldu, biz bu süreci yaşarken diğer otelden bu otele gönderilenler hep uzakdoğulu, eski sovyetler birliğinden ayrılan ülkelerin insanları ve cockney aksanı ile konuşan ingilizlerdi.Demek ki özel bir seçimin pasaportumuzdan dolayı hedefi olmuşuz kanaatine vardım. İngiltere'de böyle bir olay yaşamayı beklemiyordum, açıkcası çok şaşırtıcı oldu. Konu ile ilgili bir metin hazırladım ve İngiliz Turizm otoritelerine göndereceğim. bloğuma da koyacağım, ayrıca tripadvisor.com  'a da yazdım.

Sürecek.....