10 Mart 2011 Perşembe

Bir zamanlar İstanbul'da... Apokria Karnavalı

Apokria Karnavalı
İstanbullu Rumların 'Apokria' adını verdikleri ve her yıl, şubat ayından mart başına, üç hafta süren karnaval eğlenceleri, bir zamanlar, Tatavla ve Beyoğlu sokaklarını ayağa kaldırırdı. 
Popüler TARİH / Şubat 2003 / Devrim Çakır 

"Dünkü bahar güneşi karnaval eğlencelerine güç verdi. Akarca Yokuşu'ndan ve Kurtuluş Caddesi'nden binlerce insan Tatavla'ya aktı. Pangaltı Katolik Mezarlığı'ndan, Kurtuluş'taki Ayios Dimitrios Kilisesi'ne kadar, yol kalabalıktan geçilmiyordu. Eğlencenin merkezi her zamanki gibi Ararat Gazinosu civarıydı. Kilisenin önündeki meydan, oynanan kasap havaları ile panayır yerine dönerken; kilisenin duvarına dayanarak hatıra fotoğrafı çektirecek müşteri bekleyen seyyar fotoğrafçılar da iyi iş yaptılar."

Her yıl 'Büyük Perhiz'den ön­ce düzenlenen Tatavla Kar­navalı, 8 Mart 1938 tarihli 'Apoveymatini' gazetesinin sayfalarında böyle yer alır...

İstanbullu Rumların çok sevdiği karnaval eğlenceleri­nin sahnesi, genellikle Galata ve Pera semtleridir. Buna rağ­men, İkinci Dünya Savaşı yıl­larına dek, İstanbul'da 'kar­naval' denilince akla ilk gelen yer, Tatavla (bugünkü Kurtu­luş)   olmuştur.  Yani Tatavla semtinin asıl şöhreti, gelenek­sel karnaval eğlencelerinden gelir.
İstanbullu Rumların 'Apok­ria' adını verdikleri ve üç hafta süren karnaval eğlenceleri, de­ğişken takvime göre, Şubat so­nu veya Mart başında çeşitli eğ­lencelerle kutlanır; bu eğlence­ler, mutlaka pazartesi gününe rastlayan 'Kathara Deftera' gü­nü doruğuna ulaşır ve son bu­lur.
İstanbulluların 'Baklaho­rani' günü de dedikleri, bu günden sonra, kentin Rum halkı evlerine kapanır, zamanı perhiz ve ibadetle geçirerek Büyük Paskalya Yortusu'nun gelmesini bekler. 
Masum bir eğlence mi?
Türkler, artık belli bir ya­şa ulaşmış İstanbulluların bile belleklerinden yavaş yavaş si­linmekte olan 'Apokria' kar­navallarını pek fazla yaşama­mış ve bu 'cümbüşe' uzak dur­muşsalar da, yanı başlarında sürüp giden 'eğlencelere, alay­lara ve tuhaflıklara' pek de kayıtsız kalmamışlardır.
Karnaval eğlenceleri, ki­milerine göre, halkın yılın bir­kaç günü biraz taşkınlık yaparak rahatlamasını sağlayan masum bir eğlence; kimilerine göre ise dini ve toplumsal ku­ralları hiçe sayan bir 'felaket' idi! Nitekim, Karamanlı yazar Evangelinos Misailidis, bu 'taşkınlık dolu günleri' şöyle yorumluyordu:
"Bu tür eğlencelere ibret almak için hayatta bir kere gi­dilmeli, ancak tekrarından ah­laki ve toplumsal açıdan sakı­nılmalıdır. Gençler veya kır­kından sonra azanlar, çeşitli kılıklara girerek, yüzlerine maskeler takarak eğlencelere katılırlar. Herkes maskeli ol­duğu için tanınmadan kaça­mak yapmak isteyenler için bulunmaz bir fırsattır."
Yine de 'Kathara Deftera' günü, Tatavla halkı kadar, İs­tanbul'un diğer semtlerinden akın akın gelen Rumlar da Ararat, Panorama, Akropolis, Paris, Lemonia gibi meyhane ve gazinolarda gönüllerince eğlenirler; boy boy, renk renk maskeleriyle, karnaval kıya­fetleriyle, laternaların eşliğin­de, güle oynaya Dolapde­re'den Akarca Yokuşu yoluy­la Tatavla'ya tırmanırlardı... 
Alus'un kaleminden
Bir İstanbul âşığı olan ya­zar Sermet Muhtar Alus; eser­lerinde,   Cumhuriyet sonrası çok hızlı bir de­ğişim geçiren bu kentin insanlarını, cadde ve sokakları­nı, köşk ve yalılarını, mesire ve bayram yerlerini, geleneklerini ve eğlencelerini anlatmış; İstanbul'daki 'gün­delik hayatı' yazılarında ölümsüzleştirmişti.
Alus, 50'li yıllara ait bir derginin sayfaları arasında unutulmuş 'Apukurya' başlık­lı yazısında da (Resimli Tarih Mecmuası, Sayı 72, Aralık 1955), bu 'gündelik hayat' kayıtlarına bir yenisi daha ekler; bir zamanlar, Tatavla ve Be­yoğlu'nu 'sallayan' karnavalları, renkli bir üslupla bizlere aktarır...
O günleri,
"Karnaval mevsimi girdi mi Beyoğlu çalkala­nıp durur, maskaralar ortalık­ta dolaşır, geceleri Cadde-i Kebir'den sokaklara taşarlar­dı"
diye dillendiren Aius, "Apukurya, doğrusu 'Apokri­ya..." diyerek başlattığı yazısı­nı şöyle sürdürür:
"Karnaval, Romalılar dev­rinden kalma imiş; Hıristiyan­lığın zuhurundan sonra Noel bayramı ile beraber yapılır­mış; bilhassa İtalya'da alıp yü­rümüş. Venedik'inkiler adlı şanlıdır. Fransa'da XV. Louis'nin tahta çıktı­ğı 1715 senesinde, Paris Opera­sı'nda maskeli ve gayet şaşaalı balolar verilme­ye başlanmış. Bugün de Ni­ce'inkiler mev­cut ve meşhur..."
Alus daha son­ra lafı İstanbul'a ge­tirip, Rumların 'Apu­kurya' zamanı neler yaptık­larına anlatır:
"Rumların Apukuryası üç hafta sürüyor. Birinci hafta­sında 'Tirini' yani peynirliyi, ikinci haftasında 'Kreatini' yani etliyi geçtikten sonra 'İs­tiridye' panayırı olunca perhi­ze giriyorlar; kırk gün sonra da büyük Paskalya..."
 

Bonmarşe'nin vitrinleri
"Karnavalın yaklaşması en evvel mahut 'Bonmar­şe'den" belli olur Alus'a gö­re... Bugünün büyük alışveriş merkezlerinin eski versiyonu diyebileceğimiz 'bonmarşe'le­rin vitrinleri ve duvarları, 'Apukurya' zamanından gün­ler önce, boydan boya 'maskareta'larla, yani maskelerle kaplanır:
"Bizlerin 'yüzlük' veya 'maskareta', Rumların 'muçu­na' dedikleri bu kağıttan nesnelerin çeşit çeşidi, renk rengi, boy boyu; inek, keçi, kuş yüz­lüleri; pamuk ipliğinden, ince telden örmeleri ve başka da teferruat: İğreti saçlar, bıyık­lar, sakallar, mukavva külah­lar, şapkalar, borular..."
'Apukurya' zamanı, başka semtlerde de, maskara kıyafet­lerine özenenler, Alus'un deyi­miyle 'maskaromenos olmaya yeltenenler' bulunsa da, bu işin asıl erbabı, 'Beyoğlu Ya­kalılar'dır. 'Beyoğlu Yaka­sı'nın berber kalfaları, meyha­ne miçoları, 'modistra' çırağı kızlar ve çocuklar, karnaval günleri ekseriyetle gündüzün görünürler. 'Daniskalar' ise, gece meydana çıkar; 'bilhassa saat epey ilerledikten' sonra...
'Daniskalar', yani o zama­nın 'kötü şöhretli sokakları­nın, hafif meşrep dilberleri', 'Kathara Deftera' günü Tatav­la'ya gelirken, diğer kadınlar­dan kendilerini ayırmak için özel kıyafetler giymek zorun­dadırlar. Üzerlerinde genellik­le kadife tayyör, kısa kadife pantolon, aynı kumaştan ya­pılmış sim ve sırma işli deniz­ci şapkaları ve siyah ipek ço­rap bulunur. Yüzlerini, mutla­ka kadife ve ipekten yapılmış bir maske süsler...

 
Laternacının peşinde...
Büyük Perhiz'den önceki Baklahorani günü gelince, İs­tanbul'un her köşesinden ge­len Rumlar, şarkılar, türküler söyleyerek Tatavla'da topla­nır. Genç kız grupları şarkılar söylerken, Tatavla'nın deli­kanlıları, o zamanların çok se­vilen müzik aleti laterna eşli­ğinde, 'sirto' ve 'kasapiko' gi­bi, İstanbul Rumlarına has dans ve oyunlar sergiler. La­ternalardan, o zamanların moda şarkılarının neşeli na­meleri işitilir:
'Karoçeri Trava, na pame sta Tatavla / Posa Talira yire­vis, ya na pas ke na mas feris!'
Çek arabacı Tatavla'ya gide­lim / Bizi oraya götürüp getir­mek için kaç beşlik istersin! 
Sermet Muhtar da, 'Apu­kurya' zamanının laternacıla­rına ve diğer çalgıcılarına de­ğinir yazısında... Tatavla'ya toplanan kalabalığın, Beyoğ­lu'nda ortalığı nasıl toza du­mana kattığını, bakın nasıl anlatır:
"Sökün eden bir kafilenin en önünde güldür güldür late­rina; arkasında sipsivri bir kü­lah giymiş, yüzünü una, ya­naklarını galibederdaya, kaş­larını, bıyıklarını karaya bula­mış; ceketini ters giymiş, cep­lerinin içi dışarıda bir palya­ço, türlü şaklabanlıklarda... Peşinde erkekli, kadınlı, soy­tarı kılıklılar..."

"Saymakla tükenmeyen bu kafileler caddeleri, sokak­ları dört dönsünler, kar yağa dursun, çivi kesiversin, kimin umurunda. Hepsi kafayı çek­miş, vapur gibi olmuş... Bu so­ğukta içki tutar mı, uçtu gitti. Bereket ki boyuna maya taze­lenmede..." 
Odeon'da maskeli balo
Beyoğlu sokaklarının altı­nı üstüne getiren; laternalar­la, mandolinlerle ve 'kitara­larla' ortalığı inleten kalaba­lıklar, gece iyice ilerledikten ve 'kurtlar döküldükten' son­ra soluğu, Odeon'daki maskeli baloda alır. Alus, bu ba­loları sınıflandırırken,
"O za­manlar en lüks balolar Pera Palas'ta, kibarcaları Tepebaşı kışlık tiyatrosunda, harcı alem ve civcivlisi de Ode­on'da olurdu"
diyor.
İtalyan mimar G. B. Bar­borini tarafından 1875'te inşa edilen, ilk adı 'Varyete Tiyat­rosu' olan ve zaman içinde El­dora, Verdi, Odeon adlarını alan bu yapı, daha sonra Ecla­ir (Ekler) adıyla sinemaya dö­nüştürülmüş; en son da 'Lüks Sineması' adıyla faaliyet gös­termişti.
Tatavla'daki 'Ayo Tanas' ve 'Ayo Lefteri' kiliselerinin önündeki sahada kutlanacak olan 'İstiridye Panayırı'ndan bir gece önce, Odeon'da, 'iğ­ne at, yere düşmez' diyor Ser­met Muhtar... Ve bu 'civcivli' mekanı bize şöyle anlatı­yor:
"Parterin koltuklan, sırtları yok; sahnenin perdesi kalkık; masalar, sandalyeler dizili; or­kestra yerinde; lo­calar yükünü al­mış... Kara kışta sıcaktan börten börtene, havasızlıktan buna­lan bunalana; toz dumandan göz gözü görmüyor. Tefarik lavantası,    Kaloderma pudrası,  ispirtolu ne­fes, sası sası ter, ekşi ekşi ayak kokuları birbirine  karışıyor... Polka,       mazurka, vals,   kadri!,   hora gırla; localardan ser­pantinler, konfetiler boca... Patırtı, gürül­tü, çığlık; kenarlarda, koridorlarda kovala­macalar..."
Bu kadar coşkulu eğlence­lerin sonunda, 'çingar da ek­sik değil' tabii...
"Müşteriler kör kütük ya" diyor Alus, "Yoktan yere bir maraza çıkı­verir, sürahiler, karafakiler, bira bardaktan havalanıp şan­gır şungur lambaları, camları aşağı alırlar... Akabinde de, haydi Galatasaray Karako­lu'na!.." 
Balo, sokaklara taşıyor
Balo faslı bittikten sonra, dönüş yolundaki kalabalık, yi­ne önde laternalar, zurna ve çifte naralarla, Tarlabaşı'na, Tiyatro Sokağı'na ve Balıkpa­zarı'na uğruyor. Burada da, meyhane garsonlarının sundukları rakıları içen neşeli top­luluk, sabaha karşı evlerine dağılıyor...
Ertesi gün, Tatavla'da 'İsti­ridye Panayırı' var... Alus'a göre, burada da "akşama ka­dar içki, çalgı, ahenk, oyun, keyif, cümbüş" var...

Savaş yılları gelince...
Tatavla'nın 'Apokria'sı, Birinci Dünya Savaşı'na kadar bütün hızıyla sürer; savaş yıl­larındaki duraklamasından sonra, Mütareke ve İşgal dö­nemlerinde, (1918-1923) iyice 'çılgın' bir tempoya bürünür. Cumhuriyet'ten sonra İstan­bul Rumlarının bu sokak eğ­lenceleri pek hoş karşılanma­sa da yine anlayışlı bir tutum içinde, İkinci Dünya Savaşı yıllarına dek sürer.
Tüm dünyayı derinden et­kileyen savaş yılları, Tatavla ve Beyoğlu'nun 'Apokria' geleneğini de sarsar. Savaş yılla­rının karartma geceleri, asker sevkiyatı ve 'Varlık Vergisi' günlerinin atmosferi içinde, sokaklara sığmayan bu eğlen­celer, gazino ve meyhanelerin içlerine çekilir.
Günümüzde, İstanbul'daki Rum cemaati bu eski geleneği, bazı tavernalarda toplanıp eğ­lenerek sürdürmeye çalışır.

Hazırlayanlar :  merakediyorum grubu üyeleri merakediyorum@googlegroups.com
Kaynak : Popüler Tarih Dergisi / Şubat 2003 / Devrim ÇAKIR "Apokria Karnavalı" başlıklı yazıdan alınmıştır.  Resim ve başlıklar yazıya eklenmiştir.

Yazının yayınlandığı
Popüler Tarih Şubat 2003 sayısını aşağıdaki linkten indirebilirsiniz.
PDF (resim olarak taranmıştır)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder